TÜSİAD Başkanı Turan: Global bir fırsatı
kaçırıyor muyuz?
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan Yetkin Report
için bir makale yazdı:
Dünya ekonomisi hızına yetişmekte zorlandığımız bir yapısal
değişimden geçiyor. Kovid-19 öncesinde global ekonomide
sinyallerini almaya başladığımız değişim süreci daha da
hızlanmış durumda. 20 yıl evvel Çin ekonomisi ABD ekonomisinin
yalnızca yüzde 10u kadar iken günümüzde yüzde 75ine denk
geliyor. Keza dünya büyümesinin neredeyse üçte birini bugün Çin
sağlıyor. Geride bıraktığımız son 30 40 yılda, globalleşmenin,
düşük maliyetli iş gücünün verimliliğe dönüşmesinin ve yükselen
ekonomilerin ortaya çıkışının yön verdiği süreç artık değişiyor.
Çünkü bu süreç doygunluğa ulaştı.
Yıllar önce, globalleşmenin etkisiyle ülkelerin birbirleri ile
ticaretleri daha bağlantılı hale gelmeye başladığında,
gelişmekte olan ekonomilerdeki büyük miktarlardaki iş gücü ve
üretim kapasitesi, global talebi karşılamak için imalat ve
ihracat sektörlerinde yoğunlaştı. İmalat faaliyetleri de
gelişmiş ülkelerden gelişmekte olanlara kaydı ve gelişmekte olan
ekonomilerin ihracatı global ekonomiye kıyasla daha hızlı
büyüdü.
Bunun nedeni, gelişmekte olan ekonomilerdeki (özellikle de Çin)
düşük maliyetli iş gücünün devasa ölçeği ve bunun global rekabet
gücüydü. Ancak bu süreç neredeyse tamamlandı. Gelişmekte olan
ekonomilerin çoğu, orta gelirli ülkeler haline geldi.
Düşük maliyetli üretim anlayışı yerini dijitalleşmeye,
otomasyona dayalı üretkenliğe bırakıyor. Nitelikli eğitimle
donanmış insan, bu sürecin merkezinde yer alıyor. Globalleşen
dünya kısmen korumacı ama elbette geleneksel korumacılıktan çok
daha farklı bir sürece giriyor. Tüm dünyada arz zincirleri
değişiyor, üretim merkezleri kayıyor. Bu sürecin geleceği doğru
okuyabilen ekonomiler için sunduğu büyük fırsatlar mevcut. Doğru
karışımı yakalayabilen yani akıllı yatırımı, nitelikli işgücünü,
inovasyonu ve etkin yönetişimi bir araya getirip üretkenlik
kapasitesini artırabilen ekonomiler bu yeni düzendeki
fırsatlardan yararlanabilecekler.
Global ekonomideki dinamikler fırsatlar sunuyor.
Elbette bu büyük resim. Ülke ekonomisi düzeyinde bakacak
olursak; global ekonomideki yeni dinamikler, sınayıcı ve yıkıcı
yanları olmasına rağmen Türkiye için eşine az rastlanır
fırsatlar sunuyor. Özellikle son yıllarda yaşanan arz şoku ve
lojistik maliyetlerinin artması karşısında, Avrupaya olan
yakınlığı, jeopolitik konumu, imalat sanayinin Doğu Avrupa
ülkelerine kıyasla çok daha gelişmiş olması, güçlü bir
bankacılık sisteminin süre gelmesi ülkemizin bölgede bir üretim
merkezi haline gelmesi için çok büyük potansiyeli olduğunu
gösteriyor.
Öte yandan rakamların bize ne söylediğine bakarsak bugün bu
fırsatları yakalama kapasitemizi de daha objektif
değerlendirebiliriz. Türkiye ekonomisinin 2002de dünya
ekonomisinden aldığı pay yüzde 0,6 iken atılan önemli makro
reform adımları sayesinde 2013 yılında bu pay yüzde 1,2ye
yükselmişti. Ancak 2013ten günümüze bu pay yeniden yüzde 0,8e
kadar geriledi. Bu iki dönem Türkiye ekonomisinin yapısını
analiz etme açısından son derece kıymetli. İlk 10 yıl,
kurumların politika yapma kapasitesinin artırıldığı, Merkez
Bankasının bağımsızlığının öne çıktığı, enflasyonla başarılı
bir şekilde mücadele edildiği, ihracatın ve verimliliğin
belirgin seviyede arttığı, doğrudan yabancı yatırımın çekildiği
bir dönemdi. Oysa 2013 yılından sonraki dönem, ekonomide gerekli
adımların doğru zamanda atılamamış olması nedeniyle yapısal
anlamda ekonominin önceki kazanımlarını kaybettiği bir süreç
oldu. En çarpıcı yapısal bozulma ise enflasyonda son 5 6
yıldır kademe kademe ve son 1 yıldır hızlanan yükseliş ve
yaşanan refah kaybıdır.
Enflasyonla mücadelede bir mutabakat oluşması gerekiyor.
Bu süreçte hem Merkez Bankasının bağımsızlığının zarar görmüş
olması hem de pek çok kurumumuzun iktisadi politika dizayn
etmede yaşadığı zayıflık önemli rol oynadı. Enflasyonla mücadele
Merkez Bankasının temel sorumluluğu olmakla beraber bu mücadele
kapsamlı bir politika inşası isteyen bir süreçtir. İlgili
bakanlıklardan düzenleyici kurumlara kadar ekonomi ile doğrudan
veya dolaylı ilişki içerisinde olan her kurumun bu sürece
sürdürülebilir, öngörülebilir, tamamlayıcı politikalarla katkı
sağlaması kritik önemde. Ancak bu da tam yeterli değil.
Türkiyede enflasyonla mücadelede ekonominin paydaşları nezdinde
bir mutabakat maalesef oluşamamış, enflasyon çift haneye çıkmaya
başladığı dönemden itibaren bu sürecin yaratacağı sorunlar geri
planda kalmıştır. Bugün her ne kadar düşük faizle fonlama talebi
gündemde olsa da sorunların üstesinden gelebilmek için öncelikli
olanın enflasyonla mücadele olduğunu anlamalıyız. TÜSİAD olarak
fiyat istikrarı ve enflasyonla mücadelenin öneminin üzerinde
uzun zamandır durmaktayız. Enflasyonla doğru zamanda doğru
araçla mücadele ettiğinizde bu tercihin kısa süreli bir maliyeti
olur. Sorunu aşmak için gereken bu sınırlı maliyete katlanmak
yerine kısa vadeli kazanımlar adına atılan adımlar maalesef
yüzde 80-90 seviyesindeki enflasyona ve toplumsal refah kaybına
neden oluyor. Tüm bunların bir neticesi olarak da global
ekonomiden aldığımız pay düşüyor.
Ekonomi içinde insan, sosyoloji, tarih, psikoloji olan çok
katmanlı bir alan. Bu yüzden de kuralları, nedensellik
ilişkileri dönemlere, farklı ekonomilere göre değişebiliyor.
Ancak bu durum, yıllarca denenmiş ve sonuçları net olan iktisadi
kuralların geçerliliğini ortadan kaldırmıyor. Halen enerjimizi
enflasyon, döviz kuru, krediler gibi sorunlardan oluşan bir
döngüden çıkmaya harcıyoruz. Kanıtlanmış iktisadi yöntemleri
kullanarak bu kısır döngüden bir an önce çıkmalı, uzun vadeli
stratejilerle dünyayı doğru okuyup adımlarımızı şimdiden
atmalıyız.
Refah artışı sağlayarak büyümeye odaklanmalıyız
Ne pahasına olursa olsun değil, kalkınma ve refah artışı
sağlayarak büyümeye odaklanmalıyız. Ekonomimiz büyüyor fakat
dünya ekonomisi içerisinde aldığımız pay düşüyor. Ünlü iktisatçı
Joseph Stiglitzin sözünü hatırlamakta fayda var: Büyüme başlı
başına bir amaç değildir, yaşam standartlarını ve kalitesini
artırmak üzerine eğilmeliyiz.
Bu çerçevede yaklaştığımızda, global resimde var olan fırsatları
da ancak ana global temayı doğru okuyarak yakalayabiliriz.
İstihdamın niteliği bu alanda en öncelikli konulardan birisidir.
McKinsey Global Institute bir raporunda, 2030a geldiğimizde
dünyada çalışabilir nüfusun yüzde 14ünün, ki bu 375 milyon
kişiye denk geliyor, tamamen farklı mesleğe geçmek durumunda
kalacağı tahmininde bulunuyor. Yapay zekâ, dijitalleşme,
otomasyon gibi çığır açan teknolojiler yıkıcı gözükmekle
birlikte, nitelikli ve kapsayıcı eğitim ile dünyadaki bu
değişimi yakalayabilen ekonomilerin dünya ekonomisinden aldığı
pay yükselecektir. Bunu başarmak konsantrasyon ve uzun vadeli
strateji meselesidir. Biz ise bugün ekonomimizde beyin göçüne
şahit oluyoruz. Nitelikli iş gücü yetiştirmeye ve nitelikli
çalışanları ülkemizde tutmaya ciddi şekilde kafa yormalıyız; bu
yönde uzun soluklu stratejiler ortaya koyamazsak büyük bir hızla
ilerleyen bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakalama yarışında
geride kalabiliriz. Gençlerimizin bu ülkede hayallerini hayata
geçirecek iklimi yaratmak hepimizin sorumluluğu.
Enerjide bağımsızlığın ve enerji arzı güvenliğinin önemi
İhracatımızda da benzer bir süreç yaşanıyor. İhracat
potansiyelimizi yükseltmek için de global değişimleri zamanında
ve doğru okumamız gerekiyor. Yanı başımızdaki Avrupa, tahmin
edilenden çok daha uzun bir enerji krizine ve arz şokuna maruz
kalabilir. İhracatımızın yüzde 50sini yaptığımız Avrupanın
resesyona girmesi Türkiye ihracatına da yansıyacaktır.
Avrupanın bugün yaşadığı süreç aslında enerjide bağımsızlığın
ve enerji arzı güvenliğinin ne boyutta önem taşıdığını
gösteriyor. Ekonomiler önemli sınavlardan geçiyor, yaşanan
krizlerden ülkemiz adına da dersler çıkarmalıyız.
Enerjiye erişimde hem maliyet hem de arz güvenliği açısından
ciddi bir darboğaz yaşanmaması için tüm sistemi bütün
bileşenleri ile gözden geçirmek ve yeniden kurgulamak gerekiyor.
Enerji arz güvenliğine ve kalitesine yönelik altyapının
güçlendirilmesi, güneş ve rüzgar potansiyelimizin güçlü bir
şekilde sisteme kazandırılması için gerekli olan mekanizmaların
etkinleştirilmesi önemli. Tüketime yakın üretim anlayışı ile
tüketicinin enerji kalitesi ve uygun maliyetlerle enerjiye
ulaşılabilirlik artırılmalı. Kaynak çeşitliliğinin ve rezerv
planlamasının etkili bir şekilde yapılması, sürdürülebilirliğin
finansmanının güçlendirilmesi gerekiyor.
Enerji verimliliği seferberliğini hayata geçirmeliyiz
Enerji sektöründe yaşanan zorlu dinamikler esasen enerji
verimliliği konusunu da gündemimize getiriyor. Üretimden
tüketime tüm değer zincirinde verimliliğin artırılmasından
tüketici alışkanlıklarının değişimini sağlayacak kültürel
dönüşüme kadar uzanan bir enerji verimliliği seferberliğini
hayata geçirmeliyiz.
Verimli ve dayanıklı bir sanayi yaratmak için yeşil ve dijital
dönüşüm kritik öneme sahip. Bunun için gerekli finansman ve
insan kaynağını yaratmalıyız. Yeşil yatırımları teşvik eden,
sürdürülebilirlik ekseninde gelişen küresel değer zincirlerine
katkı sağlayan ve katma değerli üretimi teşvik eden bir yol
haritası oluşturulması gerekiyor.
İnşa ettiğimiz politikalar sürdürülebilir, birbirini tamamlayıcı
ve global fırsatları yakalayacak nitelikte olmalı.
Yukarıda değindiğimiz konular aslında değişen global sürece uyum
sağlama açısından dikkat çektiğimiz örneklerden sadece
birkaçıdır. Kriz dönemleri sektörel politikalarda kısa vadeli
tedbirleri almayı gerektirir. Öte yandan bu dönemlerde orta ve
uzun vadeyi dikkate alan, öngörülebilir politika çerçevesi de
önemlidir. Serbest piyasa ilkelerini ve sağlam yapısal temelleri
gözetmek zorlu tercihler gerektirse de mutlaka uygulanmalıdır.
Türkiye ekonomisinin global dönüşümü yakalayabilmesi için yeni
bir iktisadi yapılanmaya, sürdürülebilir stratejik politikalara
ve bu politikaları inşa edip uygulayacak güçlü ve yetkin
kurumlara ihtiyacı var. Bir süre önce kamuoyuyla paylaştığımız
Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa çalışmamızda da
vurguladığımız gibi ekonomisini ve demokrasisini güçlendirecek
şekilde kurum ve kurallarını yapılandıran bir Türkiye bu
süreçten avantajla çıkacaktır. Doğru para ve maliye politikaları
ekonomide güveni artırmak için elzemdir. Etkin bir kamu yönetimi
için kuvvetler ayrılığı, denge ve denetleme, hukukun üstünlüğü,
kurumların özerkliği ve düzenleme kalitesi olmazsa olmaz
konumdadır. İfade özgürlüğü ve serbest tartışma ortamı da
toplumsal uzlaşma için vazgeçilmezdir. Ancak bu şekilde global
ekonomide önümüze çıkan fırsatları değerlendirebilir, ülke
ekonomimizi daha yüksek bir mertebeye taşıyabiliriz.
KAFIAD YAYIN TARIHI : 20-09-2022
KAYNAK : tusiad.org
|