MİTAT ÇELİKPALA /
Küresel Rekabetin Odağında Ukrayna
Ukrayna şimdiye kadar Karadenizden Suriyeye, Libyadan
Kafkasyaya dalgalı bir siyasi seyir izleyen Türkiye-Rusya
siyasi ilişkilerinde ikincil bir yer edindi. Türkiye her ne
kadar Kırımın ilhakını tanımadığını defaatle açıklayarak
Ukraynanın toprak bütünlüğünü desteklediğini belirtse de Rusya
ile ilişkilerini dengede tutmayı tercih etti.
Rusyanın Mart sonu Nisan başından itibaren Ukrayna sınırına
askeri yığınak yapmaya başlamasının yarattığı gerginlik
uluslararası alanda yüzleri yeniden ve hızlıca Ukraynaya
döndürdü. Rusyanın askeri hareketliliğinin özellikle
Ukraynanın Donbas bölgesinde yer alan Donetsk ve Luhanskdaki
ayrılıkçı gruplar tarafından kontrol edilen bölgelerden farklı
olarak, Rusya ile doğrudan Kievin kontrolü altındaki sınır
bölgesinde yoğunlaşması rahatsızlığın asıl kaynağı olarak
nitelenebilir.
Sosyal medyaya düşen görüntülerden, Rusyanın Sibirya dâhil
olmak üzere güney ve batı askeri bölgelerinde görev yapan askeri
birliklerini Ukrayna sınırına yaklaşık 250 km mesafedeki Voronej
ve Bryansk şehirlerine kaydırdığı anlaşılıyor. Bu askeri yığınak
Rusyanın 2014ten bugüne Ukrayna sınırındaki en büyük askeri
hareketliliği olarak niteleniyor. Sonuçta akıllara 2008de
Gürcistanda ya da 2014te Kırımda yaşananlara benzer bir Rus
senaryosunun gündemde olup olmadığına ilişkin sorular geliyor.
Askeri hareketliliğin Moskovadaki üst düzeydeki yetkililerce
yapılan ve savaş tehdidini de içeren yüksek perdeden
açıklamalarla desteklenmesi ise endişeleri daha da arttırıyor.
Kremlinde Putine yakın üst düzey isimler arasında kabul edilen
Dimitri Kozak, gerginliğin Ukraynanın askerî harekâtına
dönüşmesinin Ukraynanın sonunun başlangıcı olacağını söyledi.
Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov ise, her ne kadar konuşmasında
bölgede yaşananların Ukraynanın kendi iç meselesi olduğunu
belirterek, Rus askeri birliklerinin bu süreçte hiçbir rol
yüklenmediklerini söylese de Temmuz 1995te Bosnada yaşanan
soykırımı hatırlatarak, Serebrenitsada yaşananlara benzer bir
insani felaket yaşanması durumunda Rusyanın müdahale zorunda
kalabileceğini belirtmekten de geri durmadı.
Başkan Putin yaşanacakların işaret fişeğini aslında Şubat sonu
Mart başında Donbasta artan gerginlik ve çatışma sonrasında
Emmanuel Makron ve Angela Merkel ile 30 Martta yaptığı video
konferansta atmıştı. Putin bu görüşmede iki meslektaşına Kievin
Donbastaki durumu istikrarsızlaştırdığını ileri sürerek
Rusyanın çekincelerini iletmişti.
Durup dururken neden bu yönde gelişmeler ile karşı karşıya
kalındığı sorusu, en çok sorulan soruların başında geliyor.
Bunun ardında elbette Rusyada, Ukraynada ve elbette
anlaşmazlığın tarafı durumuna gelen ABDde son dönemde
yaşananların etkisi var. Buna bir de Türkiyede eş zamanlı
olarak gündeme gelen Montrö ve Kanal İstanbul tartışmaları, 104
amiralin imzaladığı mektup ve elbette Zelenskinin Türkiye
ziyareti eklendiğinde kapsamlı bir değerlendirme yapılması
ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Rusya Ukrayna ile Neyi Paylaşamıyor?
Ukraynada siyaset ve toplumsal yapı, Sovyetler Birliğinin
çöküşünün hemen sonrasından bugüne, AB ve NATO üyeliği
bağlamında Batıyla yakın ilişikler kurulması ile Rusya ile
yakın ilişkilerin korunması denklemine sıkışmış bir biçimde
şekillendi. Rusça konuşan nüfusun varlığı ve etkinliği
bağlamında Slav kimliği ile Ukraynalı olmak söylemi arasında
kutuplaşan bu siyasi ve toplumsal yapı, bir türlü istikrar ve
huzura kavuşamadı. 2004 Turuncu Devrimi ve sonrasında Kasım
2013te başlayan Meydan Hareketi olarak da anılan sokak
gösterilerinin sonucunda Yanukoviçin Moskovaya kaçışıyla Batı
yanlısı grubun zaferi olarak kabul edilen 2014 Devrimine
Rusyanın cevabı Mart 2014te Kırımın ilhakı oldu.
Buna ABD ve ABnin yaptırımlarla cevap vermesini takiben
Ukraynanın Rusya ile sınır teşkil eden Donbas Bölgesinde
yaşananlar, Rusyanın işin arkasını bırakmayacağının işaretiydi.
Nitekim Rusya her ne kadar Donbasta Rus askeri varlığı ve
rolünün olmadığını ileri sürse de Rusyanın desteğini alan ve
Rusça konuşan küçük yeşil adamlar ya da gönüllülerden oluşan
ayrılıkçı paramiliter gruplar Donetsk ve Luhansk bölgelerinde
kontrolü ele geçirerek tek taraflı olarak bağımsız Donetsk ve
Luhansk Halk Cumhuriyetlerinin kurulduğunu ilan ettiler. Kiev
yönetiminin buna tepkisi ise Ukraynanın toprak bütünlüğünü
vurgulayan ve Rusyayı saldırgan ülke olarak tanıyan bir
yasanın çıkartılması ve Batı desteğinin aranması oldu.
Donbas krizinin çözümüne ilişkin olarak bir yandan Rusya,
Ukrayna ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatından (AGİT)
oluşan Üçlü Temas Grubunca müzakereler yürütülürken, diğer
yandan Rusya yanlısı ayrılıkçılar ile Ukrayna ordusu arasında
çatışmaların zaman zaman yoğunlaşarak devam ettiği biliniyor.
Taraflar arasında Temmuz 2020de sağlanan kapsamlı ateşkes ise
son dönemde sık sık ihlal ediliyor.
Ukrayna Rusya için Batı ile rekabette kaybedilemeyecek son kale
olarak görülüyor. Kırım ve Donbasta yaşananların Kievin AB ve
NATO üyeliği siyasetinin sonunu getirmemesi Moskova tarafından
kabul edilemiyor. Rusyanın NATO ile arasındaki bu alanın bir
tampon bölge olarak korunması adeta bir beka meselesi olarak
kabul ediliyor. Bu muhtemelen Moskovanın maliyeti ne olursa
olsun Washington ve Brüksele rağmen elde etmek istediği
öncelikli bir stratejik hedef.
Rusyanın bu bağlamdaki temel hedeflerini Ukrayna anayasasında
değişiklik yapılarak ayrılıkçıların kontrolündeki Donbas
bölgesine özel statü verilmesi ve bölgedeki çatışan taraflara
mensup herkes için af çıkarılmasının sağlanması oluşturuyor. Bu
yaklaşım, Rusyanın yakın çevresinde izlediği Rusça konuşan
topluluklara vatandaşlık verilerek zamanı geldiğinde bu
toprakların işgal-ilhak edilmesi yönündeki politikanın bir tür
standart ön adımı.
Diğer yandan bu son krizin ortaya çıkmasında Rusyada Eylül
ayında yapılacak parlamento seçimleri de bir unsur olarak
değerlendirilmekte. Putinin ve Birleşik Rusya partisinin
pandemi koşullarında epey düşen popülaritesini yeniden
yükseltecek yeni bir gerginlik yaratma arayışında olduğu ileri
sürülmekte. Aleksey Navalninin tutuklanması sonrasında iç
siyasete hâkim olan olumsuz havanın etkisi de buna eklenebilir.
Kremlin yanlısı medyanın başlattığı Ukrayna karşıtı kampanya da
bu değerlendirmelerin geçerliliğini teyit eden bilindik bir
hareketlilik olarak kabul edilebilir.
Zelenski ve Ukraynanın Tepkisi
Ukrayna Devlet Başkanı Volodomir Zelenskinin 2019 baharında
ülkeye barış getirme söylemi üzerine inşa ettiği kampanya
sonrasında Başkan olarak seçilmesi aslında Moskova için de
anlaşma bağlamında bir umut ışığı olarak görülmüştü. Moskova
Rusça konuşan bu komedyenin barış için birtakım tavizler
vereceğini ve Ukraynayı Batıdan uzaklaştırarak dengeli bir
siyasete yönlendirebileceğini hesaplamıştı. Nitekim Zelenski ile
Putin Aralık 2019da Pariste bir araya gelerek Doğu Ukraynada
tam ve kapsamlı bir ateşkesin yıl bitmeden uygulanması
konusunda anlaştıklarında Moskovada bu hesapların tuttuğu
düşünülmekteydi.
Zelenski, Rusya yanlısı grupların bölgeden çekilmemesi üzerine
tavrını değiştirerek Ukraynanın egemenlik ve bağımsızlığını öne
çıkartan bir söylem geliştirdi. Batı yanlısı duruş sergileyerek
Rusya ile mesafenin açılmasından çekinmedi. Son dönemde
Ukraynada Kremline yakın olarak görülen Viktor Medvedçuk gibi
isimleri hedef almaktan çekinmedi. Rusyaya yakın olarak görülen
isimleri tutukladı, yayınları engelledi. Kievin Donbas konusunu
askeri açıdan ele alması ihtimali ise yukarıda da belirtildiği
üzere 2021 başından itibaren gerginliğin tırmanmasını
beraberinde getirdi.
Şimdi Rusyanın Zelenskiyi aynı 2008de Gürcistanda
Saakaşviliyi düşürdüğüne benzer bir tuzağa düşürerek Donbasa
yönelik bir askeri harekâta kalkışmaya yönlendirdiği, zorladığı
iddiaları gündemi işgal ediyor. Moskovada Saakaşvili ile
Zelenski arasında benzerlik kurulduğu ve buna oynandığı söylense
de ne Zelenskinin ne de başta ABD olmak üzere Batılı aktörlerin
aynı tuzağa düşmeyecekleri umulur.
ABDnin Tavrı
Son yaşananlar bölgede birçok ülkede yakından takip edilen ve
anlaşılmaya çalışılan yeni Amerikan politikasını da
belirginleştirdi. Şimdiye kadar başta ABD olmak üzere Batılı
müttefikler Rusya ile askeri bir çatışmaya girmeden Rusyayı
saldırgan tavrından vaz geçmeye davet eden, Ukraynanın
egemenlik ve toprak bütünlüğünü destekleyen bir yaklaşım
sergilediler.
Söylemi destekleyen eylemler ise Rusyaya ekonomik yaptırımlar
uygulanırken Ukraynaya ekonomik ve siyasi destek verilmesi
üzerine inşa edildi. Bu her ne kadar ancak uzun vadede sonuç
verecek bir yaklaşım olsa da kapsamlı bir çatışmanın önüne
geçerek Rusyayı rahatsız ettiği de aşikâr. Nitekim gerginliğin
artması üzerine Amerikan Avrupa Komutanlığı üst düzeyde alarm
seviyesine geçirilirken ABD Başkanı Joe Biden da uzun süredir
beklenen telefon aramasını yaparak Zelenskiye Rusyanın Kırım
ve Donbasta izlediği saldırganlık karşısında ABDnin
Ukraynanın toprak bütünlüğü ve egemenliğine yönelik
tereddütsüz desteğini yineledi.
Benzer açıklamaların ittifakın Avrupalı unsurlarından da geldi.
Daha sonra askıya alınarak tansiyon düşürülse de iki Amerikan
savaş gemisinin Montrö sınırlamaları kapsamında boğazlardan
geçerek Mayıs ayı başına kadar Karadenizde kalacaklarına dair
açıklama geldi. NATO Askeri Komite Başkanı 6 Nisanda Ukraynayı
ziyaret etti. Aynı gün NATO Genel Sekreteri Ukrayna Devlet
Başkanı Zelenski ile telefonla görüştü. Her ne kadar bu durum
rutin bir NATO faaliyeti olarak da nitelenebilir olsa da içine
bulunulan koşullarda farklı bir anlam da taşımakta. Gerginliğin
Rusya karşıtı grubu, kıyıdaşları da içerecek biçimde
Karadenizin geneline yansıması ihtimali ise gündeme Birinci
Dünya Savaşı öncesi tarihsel örnekleri de getiren bir seri
endişe ve tartışmayı getiriyor.
Diğer yandan Biden ile Putin arasında yapılan ve küresel ve
bölgesel konuların ele alındığının belirtildiği telefon
görüşmesinde Bidenın Putini ikiliyi ilgilendiren genel
konuların kapsamlı bir biçimde ele alınacağı bir zirveye davet
etmesi gerginliği düşürmüş gibi oldu. Bu iki lider arasında,
Bidenın seçilmesi sonrasında gerçekleşen ikinci telefon
görüşmesi ve gelişmeler Amerikan politikasının yeniden küresel
güvenlik konularına döneceğinin işareti olarak okunabilir.
Putinin bu davete nasıl yaklaşacağını ise zaman gösterecek.
Türkiye Denklemin Neresinde
Batılı aktörleri içine çeken, Kırımı ve dolayısıyla Karadenizi
de içeren bir Rusya-Ukrayna gerginliği söz konusu olduğunda
Türkiyeyi denklemin dışında tutmak mümkün olamaz. Donbas odaklı
Rusya-Ukrayna gerginliği, Türkiyede 104 amiral tarafından
imzalanan mektubun ağır iç siyasi etkisi altında Kanal İstanbul
adı altında İstanbul Boğazına alternatif yeni bir kanalın
inşasının ve bu bağlamda Montrö Anlaşmasının tartışıldığı bir
döneme denk geldi. Bunun üzerine bir de Zelenskinin 10 Nisanda
Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey toplantısı vesilesiyle
gerçekleşen Türkiye ziyaretinin denk gelmesi konuyu birdenbire
boyutlandırdı.
Ukrayna şimdiye kadar Karadenizden Suriyeye, Libyadan
Kafkasyaya dalgalı bir siyasi seyir izleyen Türkiye-Rusya
siyasi ilişkilerinde ikincil bir yer edindi. Türkiye her ne
kadar Kırımın ilhakını tanımadığını defaatle açıklayarak
Ukraynanın toprak bütünlüğünü desteklediğini belirtse de Rusya
ile ilişkilerini dengede tutmayı tercih etti. Rusyanın
Ukraynayı denklemden çıkartan enerji projelerine destek verildi
ve Kırım meselesi yüksek sesle dile getirilmedi.
Diğer yandan Türkiye ile Ukrayna arasında 2011de kurulan
stratejik ortaklık, ekonomik ve ticari ilişkilerin yanı sıra
askeri işbirliği ve savunma sanayi alanında ortaklıkları da
yarattı. Bir yandan Türk ve Ukrayna vatandaşlarının karşılıklı
olarak pasaportsuz, sadece kimlik kartlarıyla ziyaretlerine
imkân tanınarak ilişkiler geliştirilirken diğer yandan Rusyaya
rağmen Kırım Platformuna açık destek verildi.
Azerbaycanda başarıyla kullanılan İHA ve SİHAlar Ukraynaya da
satıldı. Bunların Donbasta kullanılma ihtimalleri yüksek.
Nitekim Dışişleri Bakanı Lavrov bu konuda kendisine sorulan bir
soruya cevap olarak Mısırdan verdiği mesajda Türkiyenin de
dâhil olduğu sorumlu ülkeleri Ukraynanın militarist
eğilimlerini teşvik etmemeleri konusunda uyardı. Son olarak
ikili görüşme ve konsey toplantısı sonrasında yayınlanan
bildirgede Kırım Özerk Cumhuriyeti ve Sivastopol şehri ile
Donetsk ve Luhansk bölgelerinin işgalden kurtarılması başta
olmak üzere, Ukraynanın uluslararası kabul görmüş sınırları
içinde toprak bütünlüğünü yeniden sağlamayı amaçlayan adımlar
konusunda koordinasyonun sürdürülmesi kararlaştırıldığı
açıklandı. Bu açıklama dahi tek başına sürecin hassas bir
dengede ilerleyeceğine işaret ediyor.
Rusyanın daha gelişmeler tazeyken Türkiyede artan Covid-19
vakaları nedeniyle Türkiyeye yönelik uçuşları 1,5 aylık süreyle
sınırlandırması, Ankarada Rusyanın Türkiyeye yönelik olarak
üstü örtülü bir yaptırım uygulayıp uygulamadığının
sorgulanmasına neden oldu. Gelişmelerin özellikle Montrö
konusunu ve Karadenizin güvenliğini gündeme getirmesi ise gerek
Türkiye gerekse Rusya açısından ciddi bir gerginlik kaynağı
olarak görülebilir.
Sonuçta Ukrayna ile Rusya arasında yükselen Donbas krizi,
bölgesel ve küresel yansımalarının yanı sıra Türkiyeye yönelik
etkileri bağlamında gündemde önemli bir yer edinmiş oldu. Bu
kriz Türkiyenin Rusya ile Suriye, Libya ve Kafkasyada
yürüttüğü kontrollü ve hassas ilişkilere yeni bir eklenti olarak
belirginleşiyor. Özellikle Karadeniz ve yakın bölgenin güvenliği
söz konusu olduğunda gelişmeler her seferinde hem Ankaraya hem
de Moskovaya Türkiyenin NATO üyesi olduğunu bir biçimde
hatırlatıyor. Bu konu başlıklarından herhangi birinde yaşanacak
bir kırılmanın diğer alanları etkilememesi ise söz konusu değil.
İkili ilişkilerin, gerginlik alanlarında yürütülen sınırlı
işbirlikleri üzerinden kurulmuş olmasının maliyeti her an ve hiç
beklemediğimiz bir düzeyde karşımıza çıkabilir.
KAFIAD YAYIN TARIHI : 19-04-2021
KAYNAK : www.www.perspektif.online |