Mithat ÇELİKPALA
Doğu Akdeniz’de
oyun nasıl değişiyor?
DDoğu Akdeniz’deki aktörlerin son hamleleri denklemi
değiştirebilecek mi? Türkiye haklı davasını savunmak için hangi
adımları atmalı? Yunanistan, Mısır, İsrail, Filistin ne yapıyor,
nasıl işbirlikleri kuruyor? Süreç geri döndürülebilir mi? Prof.
Dr. Mitat Çelikpala yazdı.
Doğu Akdeniz’de yaşanan, zaman zaman çatışma işaretleri dahi
veren sert rekabet, son dönemde yürütülen bir takım diplomatik
girişim ve görüşmelerle yumuşatılmaya çalışılıyor. Bu
girişimlerin büyük bir çoğunluğunda Türkiye’nin baskılanmaya
çalışılması ise rekabetin aslında en azından Ankara açısından
artarak devam edeceğine de işaret ediyor.
Şubat ayında Mısır’ın Akdeniz’de petrol ve doğal gaz arama
faaliyetleri için ilan ettiği 18. ruhsat sahasıyla Türk kıta
sahanlığının sınırlarını fiilen kabul etmesi ve akabinde gelen
açıklamalar, zaten hareketli gelişmelere sahne olan bölgeye
dikkatleri bir daha çekti.
Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu, yaşanan son gelişmeler
üzerine kendisine sorulan bir soruya, Mısır’ın 2020’de
Yunanistan ile anlaşma imzaladığı zamanda da Türkiye’nin kıta
sahanlığının güney sınırlarına saygı duyduğunu belirterek,
“Mısır, bizim kıta sahanlığımıza saygı göstermeye devam ediyor,
bunu olumlu karşılıyoruz” değerlendirmesini yaparak ekledi:
“İlişkilerimizin seyrine göre biz de Mısır’la deniz yetki
alanlarını müzakere ederek bir anlaşma imzalayabiliriz.”
Ardından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan da benzer bir
açıklama geldi: “Mısır ile de anlaşma, sözleşme, mutabakat
muhtırası gibi çalışmaların önümüzdeki dönemde olabileceğini
değerlendiriyoruz.” Türkiye’de bu gelişmelerle olumlu bir hava
eserken, aynı saatlerde Mısır ve Yunanistan liderleri telefonda
görüştü.
Mısır-Türkiye ve Mısır-Yunanistan ilişkilerine eş zamanlı
biçimde bakıldığında, her ülkenin kendi çıkarlarını garantiye
alacak sonuçlar için adımlar attığını görüyoruz ancak ‘atı
alanın Üsküdar’ı geçmekte’ olduğu bir durum ile karşı karşıya
olma riski de var.
Karmaşık denklem
Son dönemde sürecin iki ana kahramanı olarak karşımıza Türkiye
ile Yunanistan çıksa da denklem görüldüğünden daha karmaşık.
Denklemde bölge dışından unsurlar olan AB ülkeleri ve ABD etkin
bir biçimde yer alıyor. Mısır ve Libya gibi doğal unsurların
yanı sıra diğer Kuzey Afrika ülkeleri ile son dönemde finans
sağlayıcılar olarak bölgesel denkleme dâhil olan Körfez Bölgesi
ülkeleri de unutulmamalı.
Bu denkleme, Türkiye ve Yunanistan ikilisi söz konusu olduğunda,
elbette Ege’ye ilişkin konular ve Kıbrıs meselesi de hızla
eklemleniyor. Bu durum konuyu daha şimdiden ikili rekabetten ya
da ikili çözümden çıkartarak kapsamlı, karmaşık ve çok aktörlü
jeopolitik bir meseleye dönüştürmüş durumda.
Rekabetin Türkiye açısından ilk aşamadaki görünümü, haklı
davasına rağmen bölgesel ilişkilerde farklı nedenlerle gittikçe
yalnızlaşan bir aktör haline gelindiği yönünde. Deniz
alanlarının paylaşımı konusunda Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine
sahip olan ülkeyi Antalya Körfezi’ne hapseder bir havanın
yarattığı rahatsızlıkla karşı karşıyayız. Türkiye’nin bu
sahadaki meşru haklarının savunulması Çavuşoğlu’nun da
belirttiği üzere “ilişkilerin seyrine göre” başta Mısır, İsrail
ve özellikle de henüz hiçbir bölgesel yapılanmaya dahil olmayan
Suriye ile yeni ve kapsamlı diplomatik adımların atılmasını
gerektirse de içerideki siyasi ve ideolojik çekişmeler ile
ekonomik zorlukların yarattığı bir takım olumsuz etkilerin
baskısı bu seyri bir türlü olması gereken eksene çekemiyor.
Sonuçta da Doğu Akdeniz konusunun sanki ikinci plana atıldığı
biçiminde bir izlenimi yaratıyor.
Yunanistan’ın hızlanan girişimleri
Hatırlanacağı üzere Doğu Akdeniz’e hâkim olan rekabet
Türkiye’nin Libya’da 2019 başından itibaren artan varlığı ve
etkinliği, 27 Kasım 2019’da İstanbul’da imzalanan iki muhtıra
ile Doğu Akdeniz’e ilişkin olarak kabul edilen güvenlik
konularını ve rekabeti hızla Doğu Akdeniz’in batısına doğru
kaydırmıştı. Bu gelişme karşısında ilk tepki doğal olarak
Yunanistan’dan gelmiş ve sonrasında Türkiye karşısında
genişleyen bir cephe ve AB ve ABD yaptırımları gibi olumsuz konu
başlıklarını bulmuştu. Aradan geçen bir yılın muhasebesi
yapıldığında, anlaşmazlığın ve elbette çözümünün
Türkiye-Yunanistan ikilisi arasındaki ilişkilere indirgendiği
görülüyor. Atılan askeri adımların diplomatik bir seri adımla
desteklenemediği, Ankara’nın sessizleştiği ve girişken/agresif
yaklaşımdan yeniden daha pasif bir duruş olarak nitelenebilecek
olan bekle göre dönüldüğü görülüyor.
İlk aşamada söylenebilecek olan, Yunanistan’ın başlangıçta
yaşadığı şoku atlattığı ve konuyu uluslararasılaştırma yönünde
attığı adımları hızlandırarak somut bir takım girişimlerle
boyutlandırdığıdır. Daha önce Doğu Akdeniz’e ilişkin özellikle
enerji ve işbirliği konularını GKRY-İsrail ve GKRY-Mısır
eksenlerine bırakarak süreci adeta sütre gerisinden izleyen
Yunanistan’ın yeni dönemde arkasına AB’yi de alarak daha
hareketli bir yaklaşım sergilediği göze çarpıyor.
Yoğunlaşılan ilk odak elbette Atina’nın parçası olduğu,
kendisini güçlü hissettiği AB ortamı. Geçtiğimiz yıl aralık
ayında düzenlenen AB liderler zirvesinde Türkiye’ye yaptırım
konusu gündeme alınmış ve karar süreci AB Komisyonu ve AB Dış
İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josepf Borrell’in AB’nin Türkiye’ye
uygulamaya koyacağı yaptırımlara ilişkin değerlendirmesini ya da
raporunu hazırlaması amacıyla içinde bulunduğumuz mart ayına
ertelenmişti. Bu gelişmeler karşısında Ankara Oruç Reis’in
faaliyetlerinin sınırlandırılması kararını aldı, Dışişleri
Bakanı Çavuşoğlu da Brüksel ziyareti sırasında konuyu hem
Borrell ve Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor ile hem de NATO
genel Sekreteri Stoltenberg ile görüştü ve değerlendirdi. Buna
bir de ABD seçimleri ve sonuçlarının etkisi ile S400
tartışmalarının yarattığı CAATSA yaptırımlarının gölgesinde
ABD-Yunanistan yakınlaşması da eklenmeli. Büyük aktörlerin de
sürekli olarak referans yaptıkları yöntem Türkiye-Yunanistan
ikili görüşmeleri olarak belirginleşti. Aslında bu Türkiye’nin
de baştan itibaren tercih ettiği politikaydı. Ama ABD ve AB’nin
yaptırım desteğini alan Yunanistan’ın ikili görüşmelerde yalnız
olduğu iddia edilemez. Sonuçta haklı davanın etkin bir biçimde
anlatılıp Yunanistan’ın yalnızlaştırılamadığı bu ortamda
Ankara’nın istediği sonucu alamadığı anlaşılıyor.
İstikşafi görüşmeler
Dikkati çeken en önemli gelişme Türkiye ve Yunanistan arasındaki
istikşafi görüşmelerin 5 yılın ardından 25 Ocak’ta yeniden
başlaması oldu. 2002’de başlatılan bu görüşmelerin hedefi ikili
arasındaki özellikle Ege odaklı konuların ele alınması ve sonuca
ulaştırılmasıydı. Sonuçta taraflar arasında güven artırıcı
önlemleri destekleyecek ortak bir uzlaşı dilinin yaratılması
beklenmekteydi. Bu amaç doğrultusunda görüşmelerin kesildiği
2016’nın mart ayına kadar 60 görüşme yapılmıştı. Konuya ilişkin
resmî bir açıklama yapılmasa da tarafların sona yaklaştıkları
iddia ediliyordu. Ama Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ve FETÖ darbe
girişimi sonrası yaşanan gelişmeler görüşmeleri durdurdu. Yeni
görüşmeler serisinde önceki gündemden farklı olarak Yunanistan
ile Doğu Akdeniz’e ilişkin konuların da ele alınmaya başlandığı
iddia ediliyor. Bunun özellikle Doğu Akdeniz’de deniz
alanlarının sınırlandırması dâhil ne türde sonuçlar yaratacağı
şu aşamada belirsiz. Özellikle Türkiye’nin hâlihazırdaki
yaklaşımının Yunanistan’ı Doğu Akdeniz’de bir muhatap olarak
kabul etmediği söylemi dikkate alındığında. Bu çerçevede,
Yunanistan’ın Mısır ile Almanya’nın arabuluculuğunda Türkiye ile
dengeli ilişkiler kurulması yönünde girişimlere rağmen
Çavuşoğlu’nun belirttiği Ağustos 2020 tarihli sınırlandırma
anlaşmasını imzaladığı ve 20 Ocak’ta İyon Denizi’ndeki
karasularını 6 milden 12 mile çıkardığı da hatırda tutulmalı.
Yunan Başbakan Mitsotakis parlamentoda bunun doğudaki bir
genişlemenin de işareti ve Türkiye’ye bir mesaj olarak görülmesi
gerektiğini söylediği de unutulmamalı.
Yunanistan’dan Avrupa-Afrika ticaret hattı kurma hamlesi
Kısacası Ankara’nın bölgesel dengeleri değiştirmek adına bölge
ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirmesi ve farklı yeni
zeminlerde boyutlandırması beklenirken Yunanistan’ın siyasi
faaliyetlerini ve işbirliği girişimlerini artırdığı
gözlemlenmekte.
Hatırlanacağı üzere Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı bir şekil
alan işbirliği iki ana eksen üzerinden biçimlendirilmişti.
Yunanistan-GKRY ikilisinin Mısır ve İsrail ile ayrı ayrı
kurdukları bağlar 2020 başında Doğu Akdeniz Gaz Forumu
anlaşmasının imzalanması ile birleşmişti. Sonrasında bu anlaşma
Eylül 2020’de Kahire merkezli olarak kurulan 7 üyeli bir örgüte
dönüştü. AB ve ABD’nin de dışarıdan desteğini alan yapılanma eş
zamanlı olarak Yunanistan’ın özellikle Mısır, İsrail, Fransa ve
ABD ile askeri, siyasi ve ekonomik yakınlaşmasıyla
boyutlandırılıyor.
Yunanistan’ın son dönemde bu ittifakı genişletme yönündeki somut
adımları Afrika’ya ve Körfez bölgesine de yaymayı hedeflediği
görülüyor. Yunanistan’ın Mısır ile işbirliğini etkin bir biçimde
kullanarak İtalya ve Fransa’dan sonra Afrika ve Orta Doğu ile
Avrupa’yı birbirine bağlayan üçüncü ana hat olma politikası
Avrupalı ortaklarınca da destek gördü. Bunun dikkati çeken somut
bir adımı 11 Şubat’ta Philia (Dostluk) Forumu altında GKRY,
Fransa, Yunanistan Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE’nin
katılımıyla düzenlenen işbirliği gündemli toplantı oldu. Amaç,
Mısır-Yunanistan ekseninde Avrupa ile Orta Doğu, Afrika ve Arap
dünyası arasında sıkılaşan ekonomik, ticari ve siyasi bağların
geliştirilerek kara, deniz yolu, elektrik ağları ve boru hatları
vb. her türlü koridorun Yunanistan-Mısır ekseninde
oluşturulması.
Ankara’da konu sadece deniz alanlarının sınırlandırılması olarak
görülerek diğer bölgesel işbirliği boyutları yeterince dikkate
alınmasa da Yunanistan-Mısır odaklı kapsamlı bir Avrupa-Afrika
ticaret hattı kuruluyor. Çin şirketlerinin de başta Pire olmak
üzere Yunanistan ve Mısır’ın ana liman hatlarının işleticisi
olarak bu süreci kolaylaştırdığı, hızlandırdığı söylenebilir.
Mısır’ın Ömer el-Beşir’in 2019’daki gidişi sonrası Mısır-Sudan
ilişkilerine odaklanması sayesinde BAE ve Suudi Arabistan
finansörlüğünde kurulmak istenilen Mısır-Sudan demiryolları
hattına ilişkin anlaşmanın da Ekim 2020’de imzalandığı
belirtilmeli.
Mısır ve İsrail’in enerji işbirliği
Enerji alanındaki yeni işbirlikleri bu sürecin bir diğer boyutu.
Mısır 2019’dan itibaren net gaz ihracatçısı konumuna geçti.
Mısır ve İsrail, geçtiğimiz 21 Şubat’ta, İsrail’in Leviathan
doğal gaz sahasından çıkardığı gazın Mısır’daki LNG tesislerine
taşınması için bir deniz altı boru hattı inşası anlaşması
imzaladılar.
Mısır Enerji Bakanı Tarık el Molla’nın bu amaçla yaptığı İsrail
ziyareti, son beş yıldır Mısır’dan İsrail’e bakan seviyesinde
yapılan ilk ziyaretti. Mulla, Netanyahu tarafından da kabul
edildi ve Netanyahu bu ziyareti ve anlaşmayı iki ülkeyi doğal
gaz ihracatçısı olmaya yönlendirecek, bölgede barış ve refahı
işaret eden yeni bir dönemin başlangıcı olarak niteledi. Hedef,
bölgede üretilen gazın birleştirilerek Avrupa pazarına Mısır
üzerinden LNG şeklinde satılması. Bu, Doğu Akdeniz gazını piyasa
koşullarında satılabilir metaya çevirecek bir girişim. Mısır’ın
İdku ve Dimyat’taki LNG tesisleri 2011’den beri atıl durumdaydı
ve son dönemde düşük kapasite ile çalışıyor. Şimdi süreç yeni
bir aşamaya geçiyor gibi görünüyor. Bu, muhtemelen bölgeden
Avrupa’ya gazı taşıyacak boru hattı projesini ortadan kaldıracak
bir gelişme olmakla birlikte GKRY’nin de sürece dâhil edilmesi
halinde Türkiye’nin hub olma, bölgenin kaynaklarını Türkiye
üzerinden Avrupa’ya taşıma söyleminin ve kozunun da sonu olacak.
Diğer yandan Filistin yönetiminin de Gazze açıklarındaki doğal
gaz kaynaklarını etkin hale getirerek sürece dâhil olmak adına
İsrail-Mısır yakınlaşmasını ve anlaşmasını desteklediği dikkat
alındığında Ankara’nın buradaki muhtemel bağlantı ve
avantajlarının da kaybolma ihtimali bulunuyor.
Sonuçta 2020’ye hâkim olan ve heyecan yaratan Türkiye’nin Doğu
Akdeniz’deki gündemi kendi çıkarları bağlamında ve hakça
paylaşım söylemi çerçevesinde belirleme ve değiştirme ihtimali
konusunda akıllarda soru işaretleri oluşmuş durumda.
Türkiye’nin Mısır, İsrail ve Yunanistan ile ilişkilerinin
seyrine bakıldığında Ankara’nın oynanan oyunu yeniden kurma
potansiyeli, etkili diplomatik girişimlerin yokluğunda, ortadan
kalkıyor gibi görünüyor. Türkiye’nin atması gereken adımları AB
ve ABD desteğinde Yunanistan’ın atıyor olması da süreçteki
kopuşu hızlandırıyor. İmzalanan ikili ya da çok taraflı yeni
anlaşmalar ile bölgesel ilişkilerin Ankara’nın yokluğunda
derinleştiği, Türkiye karşıtı cephenin siyasi, ekonomik ve
ticari işbirlikleriyle biraz daha genişleyerek güçlendiği
görülüyor.
Hangi adımlar atılmalı?
Bu zorlu şartlar, farklılaşan çıkarlar ve karmaşık ilişkiler ağı
içerisinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de adil ve hakça paylaşımı
nasıl sağlayabileceği ya da zorlayabileceği, çıkarlarını
savunarak haklarını alabileceği sorusunun cevabı, uluslararası
platformda kabul görebilecek yaratıcı çözümlerin üretilmesinden
geçiyor.
Bu çözümler ise içinde bulunduğumuz şartların ve ilişkilerin
seyri ışığında yeni dengelerin kurulması, diplomatik adımların
ticari ve ekonomik işbirlikleri ile desteklenmesi ve farklı
politik tercihlerin hayata geçirilmesinden geçiyor.
“Ne tür politik, diplomatik, askerî açılımlar olumlu ve somut
bir çözüme kapı açabilir?” sorusu yaşanan gelişmelerin ışığında
sakince sorulmalı ve soruya gerçekçi cevaplar aranmalı.
Yapılması gereken Mısır, İsrail ve Suriye hattında yeni bir
bakış açısıyla tasarlanmış ilişkiler ağının kurulması. Ama
“ilişkilerin seyrine” bakıldığında ne yazık ki geri dönüşü çok
zor bir süreç Ankara’yı bekliyor.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fikir Turu’nun
editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Bu yazı ilk kez 9 Mart 2021’de yayımlanmıştır.
KAFIAD YAYIN TARIHI : 14-03-2021
KAYNAK : www.fikirturu.com |