TÜSİAD Başkanı
Kaslowski: Algı yönetimi yetmez piyasayla barışılmalı
Simone Kaslowski, Türkiyenin bugüne kadar olduğu gibi
bundan sonra da borcunu ödeyecek gücü bulunduğuna dikkat
çekerek, Yeter ki bilimle inatlaşmayalım, güveni artıracak,
öngörülebilir politikalar uygulayalım dedi.
Salgın nedeniyle yavaşlayan ekonomi normalleşme ile birlikte
yeniden yükselişe geçti. Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD)
Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, Sanayide toparlanma
çok güçlü diyerek tarif ettiği bu dönemin ardından gelecek son
çeyrekte yavaşlama beklediklerini kaydetti. Kaslowski,
Önümüzdeki yıl ise zorlu geçecek çünkü kredi aracı bu yıl
fazlasıyla kullanıldı. Artık parasal ve mali genişleme ile
büyümeye devam edemeyiz şeklinde konuştu. DÜNYAnın sorularını
yanıtlayan TÜSİAD Başkanı Kaslowski, Negatif reel faiz
politikasına son verilmesi ve piyasayla barışılması, ülkeye
tekrar yabancı sermayenin çekilmesi gerekiyor dedi. Yeni
dönemde Türkiyenin dünya ile entegre olması için de Kaslowski,
Avrupa değişiyor, AB Yeşil Mutabakatı bütün ihracat ve
finansman süreçlerimizi etkileyecek. Tüm bunlar için bir yol
haritası hazırlanması dış ilişkiler, çevre, enerji ve ekonomi
politikalarının eşgüdümlü yönetilmesi gerekiyor
değerlendirmesini yaptı.
Kaslowskiye göre sağlam ve dayanıklı kalmanın başlıca şartı;
esneklik ve hızın yanında nitelikli işgücü ve yenilikçilik.
Rekabetçi kur tartışmalarına da değinen Kaslowski, şunları
söylüyor: Son salgın da çok net gösterdi ki ucuz olmanız da
artık tedarik zincirlerinde yer almanız için yeterli değil. Bu
eski düşüncelerden kurtulmak yeni dünyaya uyum sağlamak lazım.
Başkan Kaslowskinin DÜNYAnın sorularına verdiği cevaplar
şöyle:
Dünya genelinde oyunun kurallarının yeniden yazıldığı,
önümüzdeki yüzyılı belirleyecek değişimler yaşanıyor. Türk iş
dünyasının pandemi sürecinden çıkarması gereken temel dersler
neler olmalı? Önümüzdeki dönemde sağlam, dayanıklı kalmanın
anahtarı nedir?
Güvenli liman olmadığı anlaşıldı. İkinci bir dalgaya ya da yeni
pandemilere hazırlıklı olmak lazım. Çalışma ortamlarının
sağlıklı ve güvenilir olması iş dünyası için öncelikli olmaya
devam ediyor. İş yapma biçimlerimizde de dönüşüm var. Dijital
alt yapıyı güçlendirici yatırımlar yapılıyor, online satış
platformları, uzaktan çalışma öncelikler arasında. Değişen
talebe cevap verebilmek için daha çeşitli yelpazede ürün ve
hizmet sunabilmek gerekiyor. Sağlam ve dayanıklı kalmanın
başlıca şartları esneklik ve hızın yanında nitelikli işgücü ve
yenilikçilik. Dijital dünyaya geçiş salgınla beraber çok daha
hızlandı. Dolayısıyla bu yetkinliklere sahip işgücüne büyük
ihtiyaç var ve iş dünyası bu alanda eğitimlere daha fazla
ağırlık vermeye başladı. Bu işgücüne uygun çalışma koşullarına
uyumlu mevzuata ihtiyaç var. Sadece iş dünyasının değil
devletlerin de bu uyum sürecini hızlı ve etkin yürütmesi
gerekiyor.
SANAYİDE TOPARLANMA OLDUKÇA GÜÇLÜ
Ekonomide temel göstergeler, dip yaptığı nisan ve mayıs
aylarının ardından yeniden yukarı yönlü seyir izliyor.
Toparlanma işaretleri, kalıcı iyileşmeye işaret ediyor mu?
Talepte gerçekten güçlü bir yükseliş var. Sanayide toparlanma
oldukça güçlü. İç talebi güçlendiren piyasaya fazlaca ve düşük
faiz ile verilen krediler sürükledi. Negatif reel faiz özellikle
dayanıklı mal tüketimini ve konut satışlarını tetikledi. Şimdi
yükselen faizlerle iç talebin biraz daha yataya doğru geçeceği
bir döneme giriyoruz. Son çeyrekte ekonomideki toparlanmanın
yavaşlamasını bekliyoruz. Önümüzdeki yıl ise zorlu geçecek çünkü
kredi aracı bu yıl fazlasıyla kullanıldı. Artık parasal ve mali
genişleme ile büyümeye devam edemeyiz.
Reel kur endeksi tarihi dip seviyelerinde. Buna rağmen, döviz
kurlarındaki çıkış durdurulamıyor. Kurdaki hızlı tırmanış,
spekülatif ataklardan mı kaynaklanıyor? Size göre dövizdeki
artış, bunca müdahaleye rağmen neden durdurulamıyor?
Güven problemi var. Krizle mücadelede hep günü kurtarmaya
odaklandık, uzun vadeli istikrarı tehlikeye attık. Artık
insanlarda kur yeniden artacak algısı yerleşti. Çünkü her
yükselişte düşecek TLye güvenilmesi gerektiği belirtiliyor ama
bir süre sonra yine sürdürülebilir politikalar uygulanmadığı
için tekrar yukarı çıkıyor. Kuru sabitlemeye çalışınca hem
önemli miktarda rezerv kaybettik hem de kur yine yükselince
vatandaşın güveni sarsıldı. Net rezervlerimizin büyük kısmının
bankalardan swap ile alınan borçlardan oluşması da güveni
olumsuz etkiliyor. Ama bu konuda da öngörülebilir politikalar
uygulanırsa güveni ve piyasada dengeyi sağlarız.
KURU SABİT TUTMAK İÇİN YAPILAN MÜDAHALEDEN VAZGEÇİLMESİNİ
OLUMLU BULUYORUZ
Merkez Bankasının kur atağı sonrasında aldığı kararlar
sanayicileri nasıl etkiliyor?
Kriz sırasında verilen fazla likiditenin mutlaka zamanı
geldiğinde geri çekilmesi gerektiğini başından beri söylemiştik.
Zamanı geldi ve Merkez Bankası şimdi bunu yapıyor. Daha net bir
söylem ve öngörülebilir bir faiz politikasıyla yapılmasını
tercih ederiz. Şu anda faizler üzerinde önemli bir belirsizlik
var. Faizlerin yükseldiği malum ama nerede duracak, ne kadar
sürede nasıl artırılacak hiçbir yönlendirme verilmiş değil
piyasaya. Ama genel olarak kuru sabit tutmak için yapılan
müdahaleden vazgeçilmesini olumlu buluyoruz. Bundan sonra da
müdahaleler umarız en aza iner.
TLnin reel değeri, 2010 yılından aşağı yönlü seyir izliyor.
Buna rağmen, ihracat artışı TLnin daha değerli olduğu 2010
öncesi dönemlere göre daha az. Kur rekabetçi seviyede mi? Döviz
kuru-ihracat ilişkisi bitti mi?
Rekabet artık kur ile olacak bir iş değil. Rekabet kalite ve
verimlilikle olur. Bunun için eğitimli işgücüne ve teknolojiye
ihtiyacınız var. Rekabetçi olmanın kısa ve kolay bir yolu yok.
Reform yapacaksınız, inovasyon yapacaksınız, bunlar için gereken
alt yapınızı sürekli iyileştireceksiniz. Dediğiniz gibi reel kur
tarihi düşük seviyelerde ama dünya artık aynı dünya değil, düşük
kur ihracat patlaması yaratmıyor. Kurdaki istikrarsızlık yatırım
iştahını azaltıyor, hammadde ve aramalı maliyetlerini artıyor.
İçeride de enflasyon artıp TL maliyetlerini artırıyor. Son
salgın da çok net gösterdi ki ucuz olmanız da artık tedarik
zincirlerinde yer almanız için yeterli değil. Bu eski
düşüncelerden kurtulmak yeni dünyaya uyum sağlamak lazım.
PİYASAYLA BARIŞILMASI, ÜLKEYE TEKRAR YABANCI SERMAYENİN
ÇEKİLMESİ GEREK
Algı yönetimi-ekonomi yönetimi ilişkisinde hassas noktalar
olarak neleri sayabilirsiniz?
Ekonomi her kesimin günlük hayatında fazlasıyla hissettiği bir
gerçeklik. Algıyı iyi yönetmek güven sağlamak için çok önemli
ancak buna iyi bir ekonomi yönetimi eşlik etmezse güveni daha da
fazla yıpratacaktır. Algılar eninde sonunda gerçeklerle örtüşmek
zorunda. Dolayısıyla sadece algı yönetimi ile ekonomik başarı
olamaz. Öte yandan ekonomide yapılanların net ve güven verici
bir şekilde anlatılabilmesi politikaların başarısı için gerekli.
Sanayicinin gözünden ekonomi yönetiminin acil ve öncelikli
gündemi nedir? Neler olmalıdır?
Salgın nedeniyle getirilen pek çok düzenleme var. Geldiğimiz
noktada iş dünyasıyla yeniden bir değerlendirme yapılmalı.
Ekonomiye genel olarak likidite verilmeye devam edilemez ama
hala belli noktalarda desteklere ihtiyaç var. Önce bunlar tespit
edilmeli. Artık ihtiyaç duyulmayan piyasa ekonomisine aykırı
düzenlemeler kaldırılmalı.
Salgınla beraber yaşamak zorunda olduğumuz bu dönemde büyümeyi
nasıl sağlayacağız, istihdamı nasıl artıracağız; bunları
tartışmalıyız. Sanayide yüksek teknolojili ve katma değerli
üretime yönelik stratejilere ağırlık verilmeli. Bunun uygulamaya
geçmesi de araştırma-geliştirmeyi ve inovasyonu ne kadar
ivmelendirdiğinizle doğrudan ilgili. Negatif reel faiz
politikasına son verilmesi ve piyasayla barışılması, ülkeye
tekrar yabancı sermayenin çekilmesi gerekiyor. Dış politikada da
bu nedenle yeniden bazı stratejileri değerlendirme ihtiyacı var.
Yeni dönemde dünya ile nasıl entegre olacağız? Avrupa değişiyor,
AB Yeşil Mutabakatı bütün ihracat ve finansman süreçlerimizi
etkileyecek. Tüm bunlar için bir yol haritası hazırlanması dış
ilişkiler, çevre, enerji ve ekonomi politikalarının eşgüdümlü
yönetilmesi gerekiyor.
Teknoloji ne kadar gerekliyse korumacı politikalar da o kadar
tehlikeli
Son dönemde, 'Hammadde milliyetçiliği' ve 'Tekno-milliyetçilik'
öne çıkıyor. Ülkeler koruma duvarları örme çabasında. Türkiye bu
konjonktürde nasıl davranmalı?
Enerji arz güvenliği açısından kaynak çeşitliliği kritiktir. Bu
çerçevede Karadenizdeki gelişmeler özellikle dışa bağımlılığı
azaltıcı nitelikte olduğunda yaratılan değer çok daha güçlüdür.
Ancak sadece doğal kaynaklar sayesinde ekonomik kalkınmayı
başarmak mümkün değildir. Günümüz dünyasında değer yaratılan
alanlar teknoloji ve inovasyondur. Bu kaynaklara sahip olmayan
pek çok ülkenin doğru stratejiler uygulandığında ciddi bir
kalkınma başarısı gösterebildiğini biliyoruz. Doğal kaynaklardan
elde edilen gelirler doğru alanlara yönlendirilirse, verimliliği
artıracak şekilde kullanılırsa elbette ekonomimize önemli bir
katkıda bulanacaktır ama tek başına ekonomiyi dönüştürmesi
mümkün değil. İthal ikamesinin de günümüzde değer yaratmadığı
bilinen bir gerçek. Yeni ve inovatif teknolojilere yönelmek ne
kadar gerekliyse rekabeti engelleyen korumacı politikalardan da
aynı derecede kaçınmalıyız.
Doğu Akdeniz'de diplomatik araçları seferber eden politika,
elimizi güçlendirir
Türkiye'nin yeni enerji kaynakları bulmak için yaptığı
girişimleri ve özellikle Doğu Akdeniz'deki gerilimi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Doğu Akdenizde Türkiyenin savunduğu politika alanlarında
uluslararası hukuk temelinde, diplomatik araçları da seferber
eden bir dış politikanın yürütülmesi elimizi güçlendirecektir.
Zira doğalgaz aramaları ile alevlenen gelişmelerin kaynağında
uzun yıllardır çözülemeyen Kıbrıs gibi çok taraflı ve
uluslararası hukuk açısından belirsizlikler barındıran
sorunların da rol oynadığını görüyoruz.
Diplomatik, jeopolitik, ekonomik ve kültürel alandaki yumuşak
gücümüzü ön plana koyan bir strateji sorunun çözülmesine katkı
verecektir. Gerek ABnin gerek Türkiyenin ve bölge ülkelerinin
sorunların kaynağını doğru tespit edip bunlara yönelik
diplomatik ve hukuk ilkeleri çerçevesinde çözüm üretmesi büyük
önem taşımakta. Aynı süreçte Türkiyenin müzakere gücünü
kuvvetlendirecek bir diğer unsurun ise demokrasi ve hukuk
devleti ilkeleri doğrultusunda hareket etmek olduğunu
unutmamalıyız. Dış politikanın iç politika dinamiklerinden
olumlu etkilenebileceği en kritik unsur bu olacaktır.
BORÇLARIMIZI ÖDERİZ YETER Kİ BİLİMLE İNATLAŞMAYALIM
Dış borç hala çok yüksek. Türkiye ekonomisi son üç yıldır
büyüyemiyor. Büyüme temposu çok düştü. Dolayısıyla sürekli borç
ödüyoruz. Son iki yıldır reel kesimde önemli oranda yaklaşık 60
milyar dolarlık açık pozisyon kapatıldı. Kurdaki artışın kontrol
altına alınması borcun çevrilebilmesi için önemli. Bunun için de
önce enflasyonu kontrol altına almak gerekiyor. İktisat bilimi
ile uyumlu politikalar yapmalıyız. Rezervlerimizdeki erimenin
durdurulması lazım. Yoksa temerrüt riskine ilişkin algı çok
olumsuz etkilenir. CDSlerdeki yükseliş de bunu yansıtıyor.
Türkiye bugüne kadar borçlarını hep geri ödedi, bundan sonra da
ödeyecek gücü var, yeter ki bilimle inatlaşmayalım, güveni
artıracak öngörülebilir politikalar uygulayalım.
GB, dijital ekonomi ve Yeşil Mutabakatı dahil edecek şekilde
güncel hale getirilmeli
● Türkiye küresel tedarik zincirlerinde yer alan bir ülke.
Dünyadaki yıkıcı süreci, yapıcı hale getirebilir mi?
Tedarik zincirlerinin genel olarak Batıya, Avrupada ise yakın
çevresine kayması hedefleniyor. Coğrafi konumun yanında
istikrarlı ekonomiye ve nitelikli işgücüne sahip olmak, hukukun
üstünlüğünü önceliklendiren demokratik bir ülke olarak müşterek
değerlerde buluşmak artık çok daha önemli. İklim değişikliği,
temiz ve yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi gibi yeni
değerler de önümüzdeki dönemde uluslararası ticarete yön verecek
önemli birer kriter olacak. Gümrük Birliğinin (GB) dijital
ekonomi ve Yeşil Mutabakatı dahil edecek şekilde güncellenmesi
öncelikli gündem maddemiz olmalı. Bu bağlamda AB-Türkiye
ekonomik ortaklığının geliştirilmesi için önümüzde yeni bir
fırsat var. Türkiye kural temelli bir düzeni, demokrasiyi, hukuk
devletini, ifade özgürlüğünü, dış politikada diplomasiyi
önceleyen bir tutum ile içinden geçtiğimiz bu yıkıcı süreci
yapıcı bir sürece dönüştürebilir.
Gençler için girişimcilik ekosistemi geliştirilmeli
● Ülkenin en büyük sorunlarından biri işsizlik. Özellikle de
genç işsizliği. Bu konuya TÜSİAD olarak çözüm önerileriniz
neler?
Mayıs verilerine göre gençlerde istihdam kaybı 800 bine vardı ve
işsizlik oranı yaklaşık yüzde 25. Sadece pandemi döneminde değil
uzun zamandır genç işsizliği yüzde 18in üzerinde. Ayrıca
gençlerin yaklaşık üçte biri ne eğitimde ne de istihdamda.
İşgücü piyasasında beceri uyumsuzluğu önemli bir sorun. Kaliteli
bir mesleki ve akademik eğitim ve becerilerin yaşam boyu
güncellenmesini sağlayan mekanizmalar beceri uyumsuzluğunun
giderilmesi için kritik önemde. Eğitim sisteminde araştırmayı,
yenilikçiliği aşılamak, dijital yetkinlikler gibi çağın
gerektirdiği becerilere yatırım yapmak da gençleri geleceğin
işlerine hazırlamak için öncelikli. Gençlerin işe geçiş
süreçlerini kolaylaştırmak için nitelikli staj programlarının
yaygınlaştırılmasına daha fazla önem vermeliyiz. Girişimcilik
ekosisteminin, gençlerin yenilikçi fikirlerini hayata
geçirebilecekleri ve istihdam yaratabilecekleri bir alan olarak
geliştirilmesi de gerekli.
KAYNAK : www.dunya.com
KAFIAD YAYIN TARIHI : 09-09-2020 |