İshak Alaton
veda etmeden önce böyle demişti: Hiç pişmanlığım yok!
İş adamı İshak Alaton ile, 2 ay önce Hürriyet Yazarı Jale
Özgentürk İSOnun İstanbul Sanayi Tarihi belgeseli için bir
araya gelmişti. Alaton, Özgentürke Çok hata yaptım ama önüne
geçilmiyor, yani güzel bir deyim var Türkçede. Olanla ölene
çare yok diye anlatmıştı.
İSHAK Alaton, Türkiyenin en renkli, en cesur işadamlarından
biriydi. Farklılığı hem yaşadığı zorlu hayattan, hem de
yılmayan, heyecanını hiç yitirmeyen kişiliğinden geliyordu.
Yahudi asıllı bir ailenin oğluydu İshak Bey. Hayatındaki en
büyük kırılmayı Varlık Vergisi sırasında yaşadı. Güçlü kuvvetli
bir adam olan babasının belirlenen vergiyi ödeyemediği için
Aşkaleye gidip, bir yıl sonra saçları ağarmış yaşlı bir adam
olarak dönmesini, hayatının en büyük travması olarak anlatır.
İkinci büyük travması ise kendisine iş adamlığını öğreten Üzeyir
Garihin bir cinayete kurban gitmesi oldu...
Yaklaşık iki ay önce İstanbul Sanayi Odası için henüz
tamamlamadığımız İstanbul Sanayi Tarihi Belgeseli için
buluşmuştuk İshak Beyle. Yönetmenliğini Nebil Özgentürkün
yaptığı, benim de genel koordinatörü ve danışmanı olduğum
belgesel için üç saati bulan röportajda, özel ve iş yaşamına yön
veren dönemeçleri, hayata bakışını ve hayattan öğrendiklerini
her zaman olduğu gibi içtenlikle anlatmıştı İshak Alaton.
Neredeyse 30 yıldır dostça ilgisinden onur duyduğum İshak Beye
bu röportajla veda ediyorum:
Türkiyede sanayici olmak, Türkiyede işadamı olmak sizi mutlu
etti mi?
Türkiyenin sanayi dünyasına ya da iş dünyasına yabancı
kaldığımı itiraf etmem lazım. Bunu idrak ve itiraf ediyorum.
Neden?
Çünkü benim çok zor şartlarda bir gençliğim oldu. Babam Varlık
Vergisi nedeniyle iflas etti. Aşkaleye götürüldü, mahvoldu,
bitti. Aile neredeyse dağılıyordu, fakirlik içindeydik. Ben
İsveçe gittim, İsveçin sosyal demokratlarına aşık oldum.
Sosyal demokrat oldum, neredeyse sosyalist, neredeyse komünist.
Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, tüm bunlar sizi yurtdışına sürükledi.
İş dünyasına nasıl girdiniz?
1951de İsveçe gittim, orada kaynakçılık yaptım. Sosyal
demokrasiyi, sosyalistliği tanıdım. Türkiyeye 1954te döndüm.
Üzeyir Garihle tanıştım ve Üzeyir Garih beni kapitalist yaptı.
Benim niyetim kapitalist olmak değildi ama Üzeyirin ortaklığı,
Üzeyirin insan üstü melekeleri, öğretmenliği, ben hayat boyu
Üzeyirin eğitimini gördüm. Benden iki yaş küçüktü ama beni
eğiten Üzeyir Garih oldu. Muhteşem bir adamdı. Benim de şansım
buydu. Ben de kapitalist sanayici oldum. Ama niyetim bu değildi.
Fakat bu arada Türkiyenin sanayii ile ilgili çok etütlerim
oldu, çok analizlerim oldu. Ve hatırlıyorum. Zaman ilerledikçe
üç ülkenin gelişimini takip ettim, aralarındaki ilişkileri
analiz ederek Türkiyenin bugün nerede olması gerektiği ve
nerede olduğu hakkında fikirler edindim.
Hangi ülkeler ve analizlerinizden nasıl bir sonuca ulaştınız?
Almanya 1950de tamamen yıkılmış. Savaş bitkini bir ülke. O
zamanki fert başına geliri için bazıları 50, bazıları 80 dolar
diyor. Fakat 1950de Türkiyenin fert başına geliri 200 dolar.
Bir de Kore var. Henüz Kore Savaşı başlamamış. 1950de Korenin
fert başına geliri ise 65 dolar. Kore 65, Almanya 80, Türkiye
200. Türkiye en üstte. Çünkü savaş görmedi. 1950 ile 2000
arasındaki 50 yıl içinde ne oldu? Türkiye 200 dolardan, 3000
dolara, Almanya 60 dolardan 60 bin dolara, Güney 65 dolardan 30
bin dolara çıktı. Türkiye Almanyanın fersah fersah önünde
olabilirdi. Korenin esamesi okunmazdı. Çünkü daha baştan iyi,
savaş da görmemiş, aynen İsveç gibi. İsveç biliyorsunuz savaş
görmedi, dünyanın en zengin, en müreffeh ülkelerinin başında
geldi 2000 yılları civarında.
Peki ne oldu Türkiyeye?
İşte Türkiye fena halde çuvalladı bana sorarsanız. Türkiye çok
fena çuvalladı. Türkiye özel sektörün potansiyelini hiçbir zaman
idrak etmedi, hep böyle baskıcı, otoriter, dediğim dedik,
politikada kendini ispat etmeye çalışan fakat özel sektörün
potansiyelini ve becerisini göz ardı eden, hatta onu kendi
çıkarları için yönlendirmeye çalışan bir politika güdüldü. Ve bu
sebepten 200 dolardan 3 bin dolara çıkan Türkiye, yanında 60
dolardan 60 bin dolara çıkan bir Almanya. Biz Almanyadan veya
Koreden ileri olabilirdik.
Türkiye nasıl çuvalladı?
Çünkü Türkiyenin zihinsel kromozomlarında bir eksiklik oluştu.
O da şu; milliyetçiliğe, milli beraberlik hikâyesi içinde
ayrımcılığa çok yön aldı. Yani farkında olmadan bir imaj
yaratıldı. Sen Türksen benimle berabersin, Türk değilsen yani
Kürtsen, Yahudiysen, Hıristiyansan sen ötekisin. Bugün 90 yaşıma
bir kaldı, 1927de doğdum, 2016da program yapıyoruz, demek ki
gelecek sene 90 oluyorum. Ben hayatım boyunca hep öteki olarak
görüldüm, hep ötekiyim. Çok iyi bir öteki, Türkiyeye müthiş
aşık, Türkiyeye müthiş hizmetleri olan ama Yahudi. Ya ne
ihtiyacın var bana Yahudiliğimi hatırlatmanın. Evet ben
Yahudiyim, ben öyle doğdum, ben seçmedim.
BUGÜN HERKES ÖTEKİ
Bugün ötekileştirme var değil mi?
Tabii bugün de yapılıyor, hep yapılıyor. Ben 1950 ile 2000i
yalnız ekonomik rakamları bir araya getirmek için dile getirdim.
Yoksa bugünkü zihinsel devrim daha iyiye gitmedi 2000den
2016ya, daha kötüye gitti. Daha çok ayrımcılık, daha çok
ötekileştirme, daha çok herkes öteki. Kızım Leyla geçen gün bir
röportaj verirken Bugün Türkiyede herkes öteki oldu dedi. Çok
haklı. Ben öteki olmaktan yoruldum ya! Ben hep birlikte gelin şu
kalası birlikte kaldıralım, daha iyi bir yere götürelim, daha
iyi bir hayata doğru heyecan verelim, insanlara ekmek verecek
yatırımlar yapalım dedim. Bunu yapamadık.
Hemen şu an girelim. Ne oldu 2000 ile 2016 arasında?
2000 ile 2016 arasında müthiş bir şans yakaladık, dünyanın
konjonktürü de buna çok uygundu. Türkiye de bunu ilk yıllarda
2000 ile 2007-2008 arası Kemal Dervişin de IMF ile olan
anlaşması sonrası biz iyi bir yolda, 3 bin dolardan 10 bin
dolara çıkabildik. 2008de 10 bin dolarda çakıldık kaldık.
2008den sonra 10 bin doları yukarıya çıkaramadık.10 bin dolar
tuzağına düştük. Şimdi de zannediyorum 8 binlere doğru yol
alıyoruz, geriliyoruz. Neden? Bence bunun çok basit bir izahı
var. Türkiye artı değerleri yanlış yerlere yönlendirildi.
Nerelere yönlendirildi?
Türkiye yarattığı, artırdığı değerleri binalara, alışveriş
merkezlerine, insanları mutlu eden eşyaların eve girmesine,
radyosu, buzdolabı, çamaşır makinesiymiş bunlara harcadı.
Gecekondulaşma çok geriledi, azaldı. İnsanlara küçük birer
apartman dairesi verdik. Evet bütün bunlar iyi de, bir treni
kaçırdık, o da yüksek teknoloji. Yani iş yaratan, insanın
beynini çalıştırıp beyin üretimini geliştirerek dünyada birkaç
marka, bilgisayarmış, sağlıkta yüksek teknoloji, sağlığı
geliştiren araştırmalar. Yani Türkiyenin karakterinde dünyaya
uyma, dünyanın gelişimini takip ederek ondan feyz alma ve onunla
beraber koşma merakı olmadı ve yok. Olmayınca işte biz de öksüz
bir üretici oluyoruz.
Peki sizi tutan ne oldu Türkiyede?
Ben kendime şöyle izah ediyorum. Ben Türkiyeden intikam almak
istedim. Anlıyor musun beni. Türkiyeden tersine intikam almak
istedim. İspat etmek istedim ki insan çok şey verebilir, insan
çok şey yaratabilir, niye insanı mahvediyorsun, niye insanı bu
ülkede yaşamak heyecanını elinden alıp, onu yurtdışına
gönderiyorsun.
Çünkü bu ülke sizin. Beş yüz yıl önce geldiniz değil mi yani...
Ben herhangi birinizden daha Türküm. Beş yüz senedir ben
buradayım. Hep bunu söylüyorum bana birileri bir şey
söylediğinde, kaç kuşaktan beri, ya Kafkasyadan ya
Bulgaristandan ya Yunanistandan ya Giritten ya bir yerden
geldin, ben beş yüz senedir buradayım.
İçinizdeki o kırgınlık ya da sizin deyiminizle...
Bende kırgınlık kalmadı.
İntikam hissi diyelim ya da, bitti mi?
Bu intikam da değil, bu tersine intikam. Bu bir şeyi ispat etme.
Herkese, bütün topluma şu mesajı vermek istedim: Yahu siz
binlerce İshak Alatonu kaybettiniz. Siz bu insanlara iyi
davransaydınız Türkiye bugün Almanyanın önünde olurdu. Korenin
üç kat önünde olurdu. Bir Japonya olurdu. Neden olmadı,
insanlarınızın mahvettiniz, insanlarınıza köle muamelesi
yaptınız, insanlarınızı burada doğduklarına pişman ettiniz.
Pişmanlıklarınız var mı? Pişmanlık, içinizde ukde kalan?
Yok. Hiç. Pişmanlık diye hiç hissetmedim hayat boyu. Ne yaptımsa
bilinçli yaptığıma inandım. Hatalar çok yaptım. Çok hata yaptım
ama önüne geçilmiyor, yani güzel bir deyim var Türkçede. Olanla
ölene çare yok.
Beni ötekileştirenlere ulan salaklar, diyorum
Siz kapitalist olmuştunuz, yani iş adamı olmuştunuz.
Tabii. Zaten iş adamı olmak o zaman bir ayıptı. Biri diyor ki
gazetede, ben anladım İshak Alaton, neden Zonguldakı
kapattırmak istiyor, Zonguldak kapanınca Türkiyenin kömür
ihtiyacını Avustralyadan ve Güney Afrikadan ithal edecek ve
böylece zengin olacak diyor, ben bunu öğrendim diyor. Ben ne
yaparım, adama cevap bile vermedim. Adamı değiştirmek mümkün
değil yani ben bunlarla da boğuştum. Şimdi neden bu kadar zulüm,
zorluk gören bir adam Türkiyeye bu kadar hizmet vermeye
çalıştı. İşte söylediğim gibi bir rol model olmak istedim
Türkiyede. Öteki bir adam, öteki olarak görülen bir adam
Türkiyeye çok hizmet etti, ediyor, hala. 90 yaşına geldi hala o
heyecanla hizmet etmeye devam etmek istiyor.
Hala heyecan duyuyor musunuz?
Bu mesajı vererek diyorum ki beni ötekileştirenlere ve beni
kötüleyenlere, ulan salaklar diyorum onlara, siz bana cesaret
verirseniz, siz bana destek verirseniz, siz beni anlarsanız
benim gibi binlerce insan Türkiyeyi daha iyi bir ülke
yapacaklar. Türkiyeye daha çok hizmet edecekler. Sizin de hayat
standardınız yükselecek. Çünkü ben sizin sağlığınıza dönük stent
yapmaya soyunmuş bir adam olarak mücadele ediyorum hala. Daha
iyi stent, daha iyi kateter, daha iyi bir kardiyoloji cihazları
imalatı için çırpınan bir adamım, buna da yatırım yapıyorum, siz
de benimle beraber olun Türkiyeyi hep birlikte daha iyi bir
ülke yapalım. Benim intikam alma yolum böyle.
Hiç umutsuzluğa kapılmadım
Umutsuzluğa kapıldınız mı?
Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadım. Şimdi 89 yaşında bir adam,
gelecek sene 90 yaşına gelecek adam hiçbir zaman umutsuz olmadı.
Her zaman insanlara bir şeyler vermek istedi. Bir katkım olsun,
iyi veya kötü. Bir şey vereyim, bir yol göstereyim, benden belki
bir şey öğrenir. Hep eğitim, öğretim meraklısı oldum, Üzeyir de
öyleydi. Üzeyir dokuz tane kitap yazdı. Ben üç tane kitap
yazdım. Ve yolun sonun yaklaşan adam diyor ki, ben başardım. Ben
başardım. Ben geceleri rahat uyuyan bir adamım. Ben müsterih
uyuyorum. Kalbim temiz. Uyku ilacı almadan uyuyabiliyorum. Benim
yaşımda bu çok önemli.
Gençlere öğütler
90 yıldır mücadele ediyorsunuz. Gençler çok umutsuz. Gençlere
hayatla ilgili neler söylemek istersiniz, ne önermek istersiniz?
O kadar çok şey söylenebilir ki. Biraz geniş bakmalı. İnsanlar
çoğalıyor, yedi buçuk milyar insan 2050 yılında 10 milyar
olacak. Hayat çok daha zorlaşacak. Şehirlerde bir yerden bir
yere gidemeyecek hale geleceğiz. Bütün bunları öngörebilmek
lazım. Hayatını öyle bir şekilde şimdiden koordine etmen lazım
ki bu yaşam mücadelesinde altta kalmayasın, bir şekilde, yani
çok zengin olman gerekmiyor ama normal bir hayat standardı için
tedbir alman lazım. Bunun için en önemli faktör, bir dalda çok
bilgi sahibi olman lazım. Ben her işi yaparım abi, o geçti.
Politikacı olmak ister miydiniz?
Katiyetle. Hayır. Bana çok ters.
Altın kafese girmedim
Bir doktor size İsveçte demiş ki çok zengin olacaksın ama altın
bir hapishanede yaşayacaksın. İnançlarını, inandığını
söyleyemeyeceksin, öyle oldu mu sizin için?
Hayır, hiç öyle olmadı çünkü adamın ikazını hiç unutmadım.
Adamın ikazı yerindeydi ve ben Üzeyir Garihin düşündüğü altın
kafesi hep reddettim. Üzeyir Garihten farklıydım. Üzeyir Garih
işe yönelikti ve beni eleştirirdi. Yahu senin Zonguldakta ne
işin var derdi bağırarak. Benim cevabım yoktu. Ben ona cevap
veremezdim. Hakikaten benim Zonguldakta işim yoktu. Ama
giderdim orada konferans verirdim, işçiler de beni yuhalardı.
Ama insan neyse o. Doktorun dediği doğru. Ben bu altın kafesin
içine girmedim. Hep dışında kaldım.
Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/
|