Rusya neden Şii
dünyasını, ABD neden Sünni dünyasını destekliyor?
1940 1960lı yıllar arasında Afganistan, Pakistan ve Orta Doğu
ülkeleri bugüne göre çok daha modern ve laikti. Bağdat, Tahran,
Beyrut, Şam ve Kahire, Orta Doğunun tatil ve eğlence
merkeziydi. Terör yoktu. Yoksulluğa rağmen huzur ve bereket
vardı.
Askeri darbelerle de olsa monarşik rejimler yıkılmış, yerlerine
kimisi doğrudan ABD yanlısı, kimisiyse Sovyetlere de sıcak
bakan, adına cumhuriyet ifadesi eklenmiş yeni rejimler
kurulmuştu. Demokrasiden uzak, ama sandıkla iktidarını
pekiştiren yeni otoriter rejimler, laikliğe ve eğitime önem
veriyor, yoksulların durumunu iyileştiren ve özellikle de
kadının toplumsal konumunu yükselten reformlar yapıyordu.
Reformların adı gelişme ve modernleşmeydi. Bu reformları
yaparken hedef, Batıdaki zengin ülkeler gibi ya da ona meydan
okuyan Sovyetler Birliği gibi bilinçli, eğitimli, sanayileşmiş,
müreffeh ve güçlü olmaktı.
Petrol ve doğal gaz coğrafyasında hâkimiyet kurmak isteyen iki
süper güç arasında geçen Soğuk Savaş yıllarında bu ülkelerin
toplumsal değişim dinamikleri değişti. Bölgede kadının toplumsal
konumunu yükselten her şey rejimin Sovyetlere kaydığı, daha
sonrasında da dinden çıktığı şeklinde yorumlandı. ABD ve onun
desteğiyle 1947 yılında kurulmuş olan İsrail, bölgede barışçıl
olmayan amaçlar peşinde koşarak bu çarpık gelişmeyi pekiştirdi.
Afganistan, Pakistan, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yeni
darbeler oldu, savaşlar çıktı, işgaller oldu, silahlanma arttı.
Monarşik rejimlerde devlet işleriyle din işleri iç içe girdi.
Daha çok ABD emperyalizmine karşı, onun denetimindeki cumhuriyet
rejimlerini yıkmak amacıyla örgütlenen İslamcı solu bastırmak
için bu ülkeler şeriat esaslı kurallarla yönetilmeye başlandı.
Kadının toplumsal konumu geriledi ve coğrafyanın ABDye
bağımlılığı giderek arttı.
Somut örneklerle konuşalım:
1979 yılında Sovyetler Afganistanı işgal etti. İranda devrim
oldu, İran Irak savaşı patlak verdi, iki Körfez Savaşı oldu,
ABDde 11 Eylül eylemleri yapıldı, ABD bu kez ABD Afganistanı
işgal etti, İsrail Filistin sorunu derinleşti, ABD desteğiyle
İsrail Orta Doğunun radikalleşmesine yol açtı, ABD demokrasi
getireceğim diye Iraka girdi, Saddam devrildi, Irakta nükleer
silah olmadığı anlaşıldı, Irak daha fazla istikrarsızlaştı, ABD
Orta Doğuda itibar kaybetti, BOP konuşuldu, Medeniyetler
İttifakı Projesi denendi, Katar gazıyla desteklenmesi planlanan
Nabuccoya alternatif bir boru hattı döşemeye teşebbüs eden
İrana ambargo uygulandı, mezhep ihtilafları üzerinden Orta Doğu
karıştırıldı, Suudi Arabistan ve Katarın finansal desteğiyle
Libyada, Mısırda, Tunusta darbe oldu, Kaddafi öldürüldü, Arap
Baharı taktiği Ukraynada, Gürcistanda denendi, bağımsızlık
savaşı adı altında cihatçı savaş Rusya'yı zayıflatmak için de
kullanıldı, Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerindeki Müslüman nüfus
Rusyaya karşı kışkırtıldı, Suudi Arabistan ve Katar destekli
Selefi örgütler buradaki savaşa destek oldu, Rusya Çeçenistan
Devlet Başkanı Cahar Dudayevi öldürdü, Şamil Basayevi öldürdü,
Çeçenistanda Rusyaya bağımlı yeni bir iktidar kuruldu, bölge
daha fazla Rusyanın kontrolü altına girdi, cihatçı Çeçen
savaşçılar adına cihat denilen her yere savaşmaya çağrıldı,
Usama Bin Laden öldürüldü, tercihi Katar gazı yerine İran
gazından yana yapan Esadı devirmek için Suriye karıştırıldı,
Afganistanda olduğu gibi iç savaşın ideolojisi olarak yine
cihat kullanıldı, Batı medyası aralarında IŞİDİn de bulunduğu
bu muhalefeti Şii azınlığın elindeki diktatörlükleri yıkmak
için mücadele eden özgürlükçü ılımlı demokratik Sünni
muhalefet olarak gösterdi, Batı kamuoyu da bu haksız savaşa
sessiz kaldı, 11 milyon insan yerinden oldu, 250 bin insan öldü,
Avrupaya mülteciler akın etmeye başladı, daha önce Madridde,
Londrada, Moskovada, Kopenhagda yapılanlara benzer terör
eylemleri bu kez Diyarbakırda, Ankarada, Pariste, son olarak
Malide yapıldı.
İşte tüm bu süreçte El Kaide, Taliban, Halkın Mücahitleri,
Kudüs Savaşçıları, Hizbullah, Müslüman Kardeşler, Hamas, El
Fetih, Bako Haram, IŞİD ve daha adını burada anmadığımız birçok
radikal İslamcı örgüt çıktı ortaya. Bu örgütlerin büyük
çoğunluğu Selefiydi. Selefi örgütleri büyük ölçüde Vahabiliğin
merkezi olan ve ezelden beri İran'a düşmanlık besleyen Suudi
Arabistan ve Katar finanse ediyordu. Diğer bazı örgütlerse
Rusyadan, Şii dünyasının lideri olan İrandan ve kısmen
Suriyeden destek görüyordu.
ABD ve müttefiklerinin petrol ve doğal gaz zengini Müslüman
coğrafyadaki dış politika önceliklerine göre bu örgütlerin
kimileri daha az, kimiler daha fazla desteklendi. Osmanlının
çöküşüyle uykuya çekilmiş olan cihat ideolojisi bu örgütleri
güçlendirip operasyonel kılmak üzere başka bir formda yeniden
canlandırıldı. Batı, bu coğrafyadaki hâkimiyet ve istifadesini,
bu Selefi ve Şii örgütlerin operasyonel desteğiyle yaratılan
kontrollü kargaşa ortamı sayesinde pekiştirdi. Bu sayede
İsrail daha fazla güçlendi, ABD ve müttefiki ülkeler Müslüman
ülkelere daha çok silah sattı, Orta Doğu ülkeleri ABDye daha
fazla bağımlı hale geldi, terör olayları ve kadının toplumdaki
yeri ve konumu nedeniyle İslam dünyasına ve Müslümanlara daha
fazla kuşkuyla bakılmaya başlandı.
Selefi olsun Şii olsun bu örgütlerin ortak noktaları; kısmen
veya tamamen istihbarat teşkilatlarının kontrolünde olmaları,
sosyalizmi din düşmanlığı olarak görmeleri, laiklik ve
demokrasiyi şeriata aykırı görmeleri, silahlı mücadeleyi esas
almaları, insan hayatını hiçe saymaları, Batının kaşıdığı
mezhep çatışmalarından ve İsrail karşıtlığından beslenmeleri
oldu.
Yazımızın başlığıyla ilgili kısa bir tarihçeyle devam edelim:
Zülfikar Ali Butto Pakistan Halk Partisi'nin kurucusudur. 1971
1977 yılları arasında Pakistanda devlet başkanlığı ve
başbakanlık yaptı. 1977 yılında yapılan genel seçimlerde tekrar
seçildi. Seçimlerden sonra Pakistan karıştı ve iç savaşın
eşiğine sürüklendi! Genel Kurmay Başkanı Ziya ül Hak 5 Temmuz
1977de darbe yaptı. Kendisini generalliği yükselten ve oradan
da genelkurmay başkanlığına atayan Buttoyu devirdi ve 1979
yılında idam ettirdi. Korktuğu için istifa eden cumhurbaşkanının
yerine kendisini atadı. Muhalif politik faaliyetleri yasakladı.
Seçimleri süresiz olarak erteledi.
Aynı yılın (1979) aralık ayında Sovyetler Birliği Afganistanı
işgal etti.
Afganistan 1973 yılında kadar krallıkla yönetiliyordu. 1973
yılında yapılan bir darbeyle krallık yönetimi sona erdi ve ülke
cumhuriyet rejimiyle yönetilmeye başlandı. Darbeyi yapan Davud
Han, yeni adıyla Afganistan Cumhuriyetine devlet başkanı
sıfatıyla cumhurbaşkanı oldu. Davut Han, özellikle kadın
haklarıyla ilgili modernleşme yanlısı tutumuyla biliniyordu. Bu
nedenle darbeye sol görüşlü Perçem Partisi ve sempatizanı
subaylar destek verdi. Daha sonra Davud Han politika değiştirdi.
ABD ve Sovyetlerden uzaklaştı. Sünni Müslüman ülkelerle yakın
ilişki kurdu. Güvenlik maksadıyla hükümete ve devlet kadrolarına
kendi aile çevresinden insanları atadı. Perçem Partisi ile Halk
Partisi Davud Hana karşı ortak mücadele kararı aldı. 1978
yılında Halk Partisi liderinin ordunun işbirliğiyle yeni bir
darbe oldu ve devletin ismi Afganistan Demokratik Cumhuriyeti
olarak değiştirildi. Yeni yönetim özellikle kadınlara eşit
haklar, çiftçiler için toprak reformu türü sol reformlar yapmaya
başladı. Ancak ülkenin dine dayalı toplumsal yapısı cumhuriyetçi
modernleşme adına yapılan bu reformlara direnç gösterdi. Bir
süre sonra ülke yeniden karşıtı. Yönetim, Sovyetlerle işbirliği
ve dostluk anlaşması imzalamıştı. Rejimin din düşmanı Sovyetler
yanlısı olduğu, komünist politikalar uygulayarak İslama aykırı
bir hayat tarzı dayattığı iddia edilerek yeni bir isyan hareketi
başladı. Zorlanan yönetim Sovyetlerden yardım istedi. Bu talep
üzerine Sovyetler 1979 yılının Aralık ayında Afganistana girdi.
Sovyetlerin petrol ve doğal gaz zengini Orta Doğu ve Körfez
bölgesine doğru genişlemesi, ABD için büyük bir tehditti.
ABDnin esasen bu coğrafyanın petrolüne çok da ihtiyacı yoktu,
ancak dünya ekonomisinin istikrarı için rejimlerin dayanıklı
olması ve oraya buraya savrulmaması gerekiyordu. Dahası, ABDnin
koruması gereken bir Bretton Woods sistemi vardı. Sistem, ABDye
dolar basıp, korkmadan dış açık vererek büyüme imkânı veriyordu.
Dünya petrole bağımlıydı, petrol dünyası da ABDye. Bu dünyanın
tasarruf fazlası, ABDnin tasarruf açığını kapatmaya yarıyordu.
Petrol dâhil, dış ticarete konu neredeyse her şey ABD dolarıyla
alınıp satılıyordu. Merkez bankaları krizlere karşı kendilerini
korumak, borçlarını zamanında ödemek ve petrol ithalatlarını
finanse etmek için dolar almak zorundaydı. Yani ortada, halen
dünyanın değiştirmeye çalıştığı, dolara bağlı bir uluslararası
ekonomik düzen vardı. Bu nedenle ABD, Sovyetleri dünyaya din
düşmanı kızıl tehlike olarak gösteriyordu.
Afganistan işgali Pakistanın jeostratejik önemini artırdı.
Sovyetlerin genişlemesini durdurmak için Müslüman nüfusunun
yüzde 80i Sünni olan Pakistana büyük görev düşüyordu. 1979
yılında ABD başkanı Jimmy Carterdı. Yeşil Kuşak Projesinin
mimarı olan Brzezinski, Carterın ulusal güvenlik danışmanıydı.
Pakistanda hazırda ABDnin desteklediği darbeyle gelmiş,
muhalefeti bastırmış, seçimleri süresiz bir şekilde ertelemiş,
asker kökenli bir diktatör cumhurbaşkanı vardı. Bu diktatöre,
Yeşil Kuşak Projesini hayata geçirme görevi verildi.
Ziya ül Hak, Sovyet tehdidine (dinsiz komünizme) karşı Sünni
İslamı radikalleştirecek politikalar uygulamaya başladı. Eş
zamanlı olarak Sovyet işgaline karşı Afganistanda Müslüman
muhalefeti örgütledi. CIA, tıpkı Suriyede IŞİDe olduğu gibi
Afganistanda cihatçı savaşçılara destek oluyordu. ABD, petrol
zengini Sünni Körfez ülkeleri ve batı Avrupa ülkelerinden gelen
parasal ve askeri yardımlar Pakistan üzerinden mücahidine
gidiyordu.
1988 yılında El Kaideyi kuracak ve yönetecek olan Usame bin
Ladin 1979 yılında Pakistana gelerek Sovyetlere karşı savaşan
mücahit güçlere katıldı. Ladin, babasından kalan tüm servetini
komünizme karşı cihat için dökmeye hazırdı. Cezayirden,
Sudandan ve Mısırdan Arap savaşçılar örgütledi ve
Afganistandaki mücahit güçlere kattı. Afganistanda başlayan bu
harekete Afgan Cihadı adı verildi. Bu sayede yaklaşık 300 yıldır
uykuda olan cihat fikri, koşullara uygun yeni bir operasyonel
formda canlanmış oldu.
ABD, Sünni Afgan Cihadını her yönden destekliyordu. Hatta
dönemin ABD başkanı Ronald Reagan mücahidin liderlerini Beyaz
Sarayda oval ofiste kabul etmiş ve onları özgürlük savaşçıları
olarak tanımlamıştı. Böylece cihat, Sovyetlere karşı bir tür
özgürlük mücadelesi ideolojisi haline geldi.
1979 yılında aynı zamanda ABD destekli Şah Rıza Pehlevi hükümeti
devrildi. Fransada sürgünde olan Ayetullah Humeyni iktidara
geldi. Aradan bir yıl geçmeden, devrimi birlikte yaptıkları
İslamcı sosyalist Halkın Mücahitleri Örgütü ve Tudeh (Kitleler)
Partisi mensuplarını temizlemeye başladı. Ülke karıştı. ABD ile
rehine krizi sorunu yaşanmıştı. Ülkenin zayıf dış desteği ve
karışık içyapısından istifade etmek üzere 1980 yılında Saddam
Hüseyin, ABD ve İngilterenin kışkırtmalarıyla İrana saldırdı
ve sekiz yıl sürecek İran Irak savaşı başladı.
Sovyetlerin Afganistanı işgali, ABDnin Körfez bölgesinde elini
güçlendirmişti. 1980 yılının ocak ayında ABD Başkanı Jimmy
Carter, kendi adıyla anılan Carter Doktrinini ilan etti. Bu
doktrin esasen Sovyetler, Körfezde herhangi bir ülkeyi işgal
ederse ABDnin askeri güç kullanacağını ilan ediyordu.
Sonrasında ABD Körfez bölgesinde Acil Müdahale Gücü adlı bir
askeri güç konuşlandırdı. Böylece, Körfez bölgesindeki Sünni
ülkelerin sınırları içinde olan dünyanın en önemli petrol ve
doğal gaz bölgesini korumak, ABDnin dış politika önceliği
haline geldi.
Özetleyecek olursa son 40 50 yıl içinde ABD ve müttefiki
ülkeler, Müslüman ülkelerin sınırları içinde kalan petrol ve
doğal gaz coğrafyasında kontrolü sağlamak, gerektiğinde bu
ülkelerdeki rejimlere ayar vermek, sınırlarını değiştirmek, üs
kurmak, silah satmak, istediği işlere finansman sağlamak üzere,
Sünni Selefi cihatçı örgütleri kullandı. Bu örgütler sayesinde
mezhebe dayalı uzaktan kumanda vekalet savaşları çıkararak böl
ve yönet politikası uyguladı. Sünni olmayan rejimler de bir
anlamda kurtuluşu Sovyetlere, sonrasında da Rusyaya yaslanmakta
buldu. ABD, başlangıçta Sovyetlerin yayılmasını önlemek için
kullandığı cihat ideolojisini daha sonra Rusyaya karşı da
kullandı; İran devrimi sonrasında güçlenen ve hem ABDye, hem de
İsraile karşı radikalleşen Şii yönetimlere karşı da.
Şimdi, kontrolden çıkan ve namlusu Batıya çevirilen cihat
ideolojisini bastırmak amacıyla bu örgütleri ıslah etme zamanı.
Öyle görünüyor ki bu kez vekalet bölge Kürtlerinde.
Olan budur.
Kaynak: http://t24.com.tr/
|