VEDAT ÖZDAN /
Resesyon,
depresyon, küresel finansal ve küresel ideolojik çöküş!
14 Temmuz tarihli Emtia fiyatlarında sert düşüş var, Çin ve
Avustralyada neler oluyor, kötü günler kapıda mı? başlıklı
yazımızı şöyle bitirmiştik:
Fedin faiz artışına ve Çin ekonomisinin yavaşlamasına bağlı
olarak düşmeye devam edecek emtia fiyatları nedeniyle başta
Avustralya olmak üzere, Kanada, Brezilya, Güney Afrika, Suudi
Arabistan gibi emtia ve petrol üreticisi ülkeleri kötü günler
bekliyor. Vaziyete bakılırsa bizi de.
3 Ağustos tarihli Bu hafta dikkatle izlenmesi gereken önemli üç
ekonomik gelişme başlıklı yazımızı da, Hareketli ve
tehlikeleri daha yakından hissetmeye başlayabileceğimiz bir
haftaya giriyoruz cümlesiyle bitirmiştik.
7 Ağustos tarihli yazımız ABD-Çin çatışması; yuan doların
yerine geçebilir mi? başlığını taşıyordu. Bu yazımızda Çinin
yuanı SDRye dâhil etme talebinin IMF tarafından ertelenmesi
ihtimalini içeren duyurusundan söz etmiş ve şu soruya yanıt
aramıştık: Peki, ABD buna neden karşı?
Verdiğimiz cevapsa şöyleydi:
ABD, dünyada her şey dolar cinsinden fiyatlandığı ve dolar en
büyük rezerv para birimi olduğu sürece para basarak havadan para
kazanabiliyor, yani karşılıksız olarak başka ülkelerin
servetlerini kendi ülkesine transfer edebiliyor. Yuanın SDRye
katılması dolar talebini azaltacak ve uluslararası ticaretin
dolar dışı para birimleriyle yapılması sürecini hızlandırıcı
bir gelişme olacaktır.
Daha sonra karşı hamle olarak Çin yuanı devalüe etti. Bu durum
kur savaşları olarak algılandı. Savaş, kötü gelişmelerin
habercisiydi.
20 Ağustos tarihli yazımız Biz seçime giderken dünyada beklenen
küresel finansal çöküş başlarsa? başlığını taşıyordu. Bu
yazımızı şöyle bitirmiştik:
Brezilyadan Çine merkez bankaları kontrolü kaybediyor.
Küresel bir finansal çöküş beklentisi çok fazla yazılır
çizilir olmaya başladı. Zaman giderek daralıyor!
22 Ağustos tarihli Kara Cuma'da küresel düzeyde hisse senetleri
3 trilyon dolar kaybetti! başlıklı yazımızı da Hep dendi ki
merkez bankaları para basarak bu sorunu çözecek, tünelin ucu
göründü. Nihayet geçen hafta anladık ki yolun sonuna gelmişiz.
Ve artık küresel finansal çöküşün başladığını tartışmaya
başladık. Aman dikkat diyoruz. Önümüzdeki hafta her şeyin rengi
kırmızıya dönüşebilir diye noktalamıştık.
Küresel finansal çöküş başladı, küresel düzeyde hisse senetleri
5 trilyon dolar kaybetti ve her şeyin rengi kırmızıya dönüştü.
Dün için Kara Pazartesi tabir edildi.
Her şey nasıl tersine döndü?
1937 yılında ABD Büyük Buhranın (Great Depression) yaralarını
sarmakta zorlanıyordu. İnsanların psikolojisi çok kötüydü.
Roosevelt, ABD ekonomisinin içinde bulunduğu durumu, olumsuz
psikolojik çağrışımları nedeniyle depresyon olarak tanımlamak
istemedi. Onun yerine resesyon demeyi tercih etti. O gün
bugündür üretim faaliyetlerinin daralması ve ekonomik
aktivitelerdeki düşüşe resesyon diyoruz. Ve depresyonu,
resesyonun (ikiüç çeyrek küçülme) derinleşmiş ve uzamış hâli
diye tanımlayarak kavram kargaşasını aşmaya çalışıyoruz.
Dünya ekonomisi 2008 krizinden bu yana resesyonla mücadele
ediyor. Kimi ülkelerde sürekli durgunluk (seculer stagnation)
sorunu var. O da pozitif, ama sıfıra çok yakın büyüme sorunu
olarak tanımlanıyor.
Özetle, son 7 yıldır dünya ekonomisinde çok ciddi bir büyüyememe
sorunu var. Hem de 2008 krizinden sonra uygulanan, 4 trilyon
dolar para basma, 700 milyar dolar TARP, 800 milyar dolar mali
yardım, 7 yıldır neredeyse sıfır faiz oranları vb. sıra dışı
para politikası müdahalelerine rağmen.
Maalesef merkez bankalarına havale edilen dünya ekonomisini
kurtarma görevi başarısızlıkla sonuçlandı. Uygulanan genişlemeci
politikalar sürdürülebilir büyümeye ve gerçek anlamda bir refah
artışına hizmet etmedi. Trendler artık sert düşüşler, kısa
süreli düzeltmeler, sonra tekrar sert düşüşler şeklinde aşağıyı
doğru inmek durumunda. Öyle sanıyoruz ki küresel ekonomi, adım
adım depresyona yaklaşıyor ve zorlu bir uyum maliyeti (adjustment
cost) süreci bizi bekliyor.
Hatırlayalım: 2008 krizi temelde bir bankacılık kriziydi.
Arkasında sistemin reel sektörden kopuk olarak yarattığı
gerçekçi olmayan sürekli bir gelir ve servet artışı beklentisi
vardı. Her şeyin fiyatının hep yükseleceği ve kimse kaybetmeden
herkesin kazanacağı algısı, maalesef daha önce de yaşanmıştı.
Yine yaşandı. Geçen hafta perşembe gününden bu yana bu
illüzyonun sonuçları tezahür ediyor.
Bir tespit yapalım: içinde bulunduğumuz küresel finansal sistem,
borca dayalıdır.
Merkez bankalarının açık piyasa işlemlerini ihmal ediyorum,
çünkü orası bir ders kitabı kategorisinde. Diğer mekanizma şöyle
çalışıyor: Bankalar belli bir sermayeyle kuruluyor, sonra
mevduat topluyorlar. Sermaye ve mevduat, banka bilançolarının
pasifinde yer alıyor. Devletler hazine dengelerini sağlamak
üzere tahvil ihraç ediyor. Bankalar bu tahvilleri satın alıyor.
Devlet tahvilleri banka bilançolarının aktifinde yer alıyor.
Sonra aynı bankalar interbank işlemleri aracılığıyla diğer
bankalara, normal yollarla hane halklarına, şirketlere; yatırım,
proje, konut, araba, ihtiyaç kredisi vesaire adlarla borç
verebiliyorlar. Sonra alacaklarını teminat gösterip kendileri
tahvil çıkarıyorlar. Bu şekilde yaratılan kaydi para
aracılığıyla sisteme sürekli olarak borç enjekte ediyorlar. Bu
anlamda sistemde kaydi olarak yaratılmış olan para aslında
sermaye değil, gelecek nesiller adına borçtur.
Uzatmayalım: Küresel finansal sistem, işin doğası gereği
kaldıraçlı olarak çalışıyor. Yani sistem sahip olunan bugünkü
gelirden (sermayeden) çok, gelecekteki gelirle (borçlanmayla)
çalışıyor.
Küresel ekonomi bakımından sorunun kaynağı şu: bu kaldıraç
oranının belli bir noktadan sonra spekülatif saikle, reel
sektörden bağımsız olarak artması ve bu artışı önleyecek bir
mekanizmanın bulunmaması. En azından majör merkez bankalarına
sahip ülkeler itibariyle durum böyle. Yani borç piramidinin reel
sektörden bağımsız olarak yükselmesi ve bunu önleyecek bir
mekanizmanın bulunmaması. (Küresel bir anayasa olsa mali kural
koyalım derdik ve sorun biterdi. Ya da dünya tek pazar olsaydı
bir Maastricht kriteriyle sorun çözülürdü.)
Borç piramidinin en tepesinde ABD, AB ülkeleri, Japon, İngiliz
devlet tahvilleri var. Devlet tahvillerinin borç piramidin en
yükseğinde olmasının üç nedeni var:
1) Bu ülkelerin para birimlerinin SDR içinde olması. Yani bu
ülke paralarının IMF tarafından, dolayısıyla da tüm merkez
bankaları tarafından rezerv para olarak kabul edilmeleri.
2) Tahvili çıkaran devletlerin borçlarını ödememe ihtimallerinin
şirketlere göre daha düşük olması.
3) Bu tahvillerin CDS piyasalarında sigortalanabiliyor olması.
Yani, devlet tahvilinin alıcısı bakımından temerrüt riskinden
korunma imkânının var olması.
Bu arada yeri geldi, yaratıcı genç beyinlerin neler
yapabileceklerine bir örnek teşkil etsin diye CDS hakkında kısa
bir bilgi verelim. CDSi yaratan Blythe Sally Jess Masters adlı
1969 doğumlu İngiliz bir ekonomist kadındır. JP Morganda
çalışırken, 1994 yılında, yani henüz 25 yaşındayken CDSi
yaratmıştır. CDS piyasası sayesinde küresel borç piramidi hızla
artabilmektedir.
Sistemin, göreli olarak borç piramidini çabuk yükseltmelerine
imkân verdiği ülkeler malum. Bunlar, genelde yurttaşları daha
akıllı (uyanık demiyorum dikkat) ve yaratıcı insanlardan,
rasyonel politikacılardan oluşan ülkeler. Bu ülkelerin teknoloji
üreten daha fazla şirketleri var. Sağlam bir toplumsal etik alt
yapıya, kurumsal demokrasiye, iyi çalışan hukuk düzenlerine, iyi
lise ve üniversitelere ve bu nedenle de güçlü merkez bankalarına
sahipler. Yani bu tür ülkeler ileride borçlarını ödeyebilecek
gelir yaratma potansiyeline, diğerlerine göre daha fazla sahip
oldukları için, sistem bu ülkelerin para birimlerine itibar
ediyor ve dolayısıyla bu ülkelere daha yüksek kaldıraçla (leverage)
çalışma imkânı veriyor. Bizim gibi ülkelereyse göreli olarak
daha az. O nedenle bizde piramit biraz yükselince, cari açığın
finansmanı sorunu, kırılganlık, faiz dışı fazla, tasarruf
tedbirleri, kemer sıkma, vesair tartışmalar gündeme geliyor.
Şimdi bu borç piramidinin doyum noktasına nasıl geldiğini ve
gelince ne olduğunu anlamaya çalışalım. Amacımız büyüyemeyen
bir ekonomide bir tüketiciye nasıl harcama yaptırabiliriz
sorusuna yanıt bulmak. Unutmayın, harcanabilir gelir artmıyor,
devlet olarak borçluyuz, o nedenle vergi oranlarını
düşüremiyoruz (faiz sebep enflasyon neticedir diyen de yok).
Yukarıda anlattığım mekanizma sayesinde borç, insanlara, ileride
elde edecekleri geliri bugünden tüketme imkânı veriyor. Araba
alacaksınız değil mi, beş yıl para biriktirip 2020 yılında bir
araba almak yerine, araba kredisi alıp, arabayı 2015 yılında
alıyor ve ödemeyi, izleyen beş yıl içinde elde edeceğiniz
gelirle yapabiliyorsunuz.
Niceliksel gevşeme denilen ve sisteme borç enjekte etmekten
başka bir anlamı olmayan mekanizmadan beklenen şuydu değil mi:
'kardeşim korkma ileride de faiz oranı düşük kalacak, ödeyemem
diye düşünme, biliyorum şimdi de borçlusun, ama gelecekte elde
edeceğin gelirle borcunu çok düşük kalacak olan faiz oranıyla
ödeyebileceksin, geliri elde edeceğin zamana kadar tüketimden
elde edeceğin faydayı erteleme, arabana şimdi bin, bize güven.'
Bu politika bir süre çalıştı, ama sonra mekanizma tersine döndü.
Çünkü insanlar görünen gelecekte elde edilebilecek tüm geliri
bugünden tüketmeye, bir başka deyişle geleceğe sonsuz borç
bırakma potansiyeline, belli bir düzeyden sonra güvenemez oldu.
Misal, ne olur ne olmaz, ben inanırken başkaları inanmaktan
vazgeçerse dediler ve defansa geçtiler. Aşağıdaki satırlar dün
Bloomberght adlı portalda yayımlanan bir haberden alınmıştır:
Dusseldorf, Almanya'da Lampe Asset Management GmbH'den Michael
Woischneck, "Herkes satıyor görünüyor ve panik var," dedi ve
"Artık rasyonel bir seçenek yok, rasyonel bir tepki yok.
Amerikalılar Avrupa satışlarına katılacak" görüşünü savundu.
Şanghay'da Heqitongyi Asset Management Co. şef yatırım yetkilisi
Chen Gang, "Bu gerçek bir felaket ve hiçbir şey bunu durduracak
gibi görünmüyor" dedi.
Johannesburg'dan Vunani Private Clients para yöneticilerinden
Michele Santangelo, "Müşterilerimizden çok sayıda telefon
alıyoruz," dedi ve "Çok fazla satış görüyorsunuz, insanlar
satmış olmak için satış yapıyor ve piyasadan çıkmak istiyor"
yorumunda bulundu.
Nedenler elbette muhtelif. Sadece birkaç örnek verelim: düşük
faizle cezalandırılan tasarrufların riski ve getirisi yüksek
enstrümanlara çok fazla yatırılması, şirket değerlemelerinin çok
yükselmesi, Çin, kur savaşları, petrol fiyatları, yaşlı nüfus,
teknolojik gelişmenin sonuna gelinmesi, terör, kitlesel göç,
vesaire
Tekrar edelim küresel finansal çöküşün nedeni 2008 yılında
olduğu gibi yüksek borçtur. Arkasında sistemin zafiyeti vardır;
borçlanan devletler ve kaydi para yaratma mekanizmasından,
sistem kendi kendini yok edene kadar istifade eden bankalar
vardır. Sahne türev piyasalar, çöküşü tetikleyen şey ise faiz
oranlarını düşürerek borç piramidini daha fazla yükseltmenin
imkânsız hale gelmesidir.
Fedin eylül ayında yapması beklenen faiz artırımını ertelemesi
ya da Çin devletinin yeni palyatif önlemler açıklaması
kaçınılmaz sonun biraz daha ertelenmesine geçici olarak imkân
vermekten öte geçmeyecektir. Akıbet, yani büyük bir fiyat
düzeltmesi kaçınılmazdır. Çünkü ekonomik büyümenin kaynağı olan
insanın biyolojik enerjisinin gayri biyolojik ve tamamlayıcı
enerjiyle artırılması arasındaki ilişkiye büyüme kaldıracı
dersek, sonu gelmeyen parasal genişleme politikaları nedeniyle
büyüme kaldıracıyla finansal kaldıraç arasındaki nispetsizlikte,
şiraze şaşmıştır. Bu nedenle varlık fiyatları yeni bir denge
sağlanıncaya kadar düşmek durumundadır.
Bu noktaya nasıl geldik?
Majör merkez bankalarının para basması, düşük faizle borç
piramidini yükseltmeleri, maalesef küresel düzeyde tasarrufları
cezalandırıcı bir etki yarattı, borca dayalı tüketimi teşvik
etti. Gelecek nesillere giderek daha fazla borç yükü bırakarak
onları bizden daha fazla çalışmaya zorlayan bu nesiller arası
zaman ve emek hırsızlığı, zaman içinde gelecek nesillerin
harcanabilir gelirinin orantısız bir şekilde azalmasına yol
açtı. Bir süre sonra insanoğlu borç düzeyinin daha fazla
artamayacağına, yani bu hırsızlık hadisesinin daha fazla devam
edemeyeceğine inanmaya başladı. Çünkü küresel hasıla yaklaşık 77
trilyon dolarken, türev piyasalar 555 trilyon dolara çıkmıştı.
Böylece, sisteme daha fazla borç (para) enjekte ederek gelecekte
elde edilecek gelirin bugünden harcanması imkânı tıkanmış oldu.
O nedenle yeni bir fiyatlama dalgası başladı. İşte küresel
finansal sistem ve küresel ekonomi tam da geçen hafta
uyardığımız gibi bu nedenlerle çöküş sürecine girmiş oldu.
Herkesin elindeki finansal varlığı bir an önce satma telaşına
girmesinin nedeni bize göre bu.
Bundan sonra ne olacak?
Maalesef borsalardaki düşüş devam edecek, gayrimenkul fiyatları
düşecek, tahvil faizleri artacak, kredi faizleri artacak, bizim
gibi ülkelerin merkez bankaları faiz artırmadıkça ulusal
paraları daha da hızlı değer kaybedecek, şirketlerin bilançoları
küçülecek, nakit akımları bozulacak, belki de daha sonrasında
kredi çağırmaları başlayacak, iflaslara ve el değiştirmelere
şahit olacağız. Sonuçta daha fazla borcumuz olacak, ama daha az
büyüyeceğiz ve daha fazla insan işsiz kalacak.
Neden küresel ideolojik çöküş?
Gelelim işin küresel ideolojik çöküş boyutuna. Zamanında
sosyalist dünyanın iki büyük ülkesi olan Rusya ve Çin,
kapitalist dünyanın lider ülkelerinden farklı politikalar
izlemez oldu. İki ülke bir araya gelip BRICSe kurucu oldular.
Bretton Woodsa alternatif bir sistem kurma adımları attılar.
Organize bir güç olarak küresel parasal sistemde dolarsızlaşma
(de-dolarization) sürecini hızlandırmaya çalıştılar. Rusya petro-dolar
zayıflasın, Çin onun yerini petro-yuan alsın istedi. Artık kimse
ne merkezi planlama, ne de saf piyasa ekonomisini savunabilir
oldu. Son 7 yıldır hangi malların, nasıl ve kimler için
üretileceğine merkez bankaları karar veriyor. Faiz, kaynak
tahsisiyle ilgili neredeyse her türlü işlevini yitirdi.
"Görünmez el" gayip oldu. Majör merkez bankalarının son 7 yıllık
tecrübesi, bir zamanlar neo-klasik iktisadın mottosu olan Milton
Friedmanın enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir
olgudur savını yerle bir etti. Aynı sürede, genişlemeci
Keynesyen para politikalarıyla toplam talebin (büyüme oranının)
artmadığına şahit olduk
İşte bu ve benzer nedenlerle küresel ideolojik bir çöküş
yaşamakta olduğumuz kanısındayım.
Biz ne yapmalıydık?
Sorunun cevabını burada vermiştik:
'Hangi akıllı ülke ekonomik çıkarlarına aykırı dış politika
izler, biz izliyoruz işte!..'
Kaynak : http://t24.com.tr/ |