VEDAT ÖZDAN /
Siyasi
istikrarsızlık, düşük büyüme ve düşük ihracat performansı
ilişkisi
Batı düşmanı cihatçı örgütleri kollayan mezhebe dayalı dış
politika ve içeride öncelikleri farklı siyasi çift başlılık,
ülke ekonomisine zarar veriyor. Bunu mart ayı dış ticaret
istatistikleri, 2014 yılı büyüme verileri ve 2015 yılı öncü
büyüme göstergelerinden anlıyoruz.
Hayatta her şeyin bir karşılığı vardır. Dış politikada
laiklikten uzaklaştıkça:
1) İhracatımız azaldı (Suriye, Mısır, Irak).
2) Körfezden sermaye gelmez oldu (BAE, Katar, Suudi Arabistan,
Kuveyt).
3) Bu ülkelerde iş yapamaz olduk (İlaveten Libya).
4) Cumhuriyet tarihi büyüme ortalamamız olan yüzde 4,5in altına
indik.
5) Ocak ayı işsizlik oranımız son 57 ayın zirvesine çıkarak
yüzde 11,3 oldu.
6) TL, diğer para birimlerine göre dolara karşı çok daha kötü
bir performans sergiliyor.
Kulağıma gelen bilgiler yanlış değilse Ödemeler Bilançosundaki
Net Hat ve Noksan kalemi Rusya, Azerbaycan ve Kazakistan
kökenli. Finansman açığını, kaynağı meçhul parayla finanse
etmenin bir sınırı vardır. Yabancı algısını düzeltmek
zorundayız. Ders almamız lazım!
Son zamanlarda değişik sektörlerden iş adamlarına konuşmalar
yapıyorum. Soru ve cevaplar; küresel ve siyasi riskler kadar,
Balkanlar, İran ve Afrikayla ilgili iş fırsatları üzerinde
yoğunlaşıyor. Önemli bir noktanın altını çizmekte yarar
görüyorum.
1990lı yılların sonlarına kadar ülkemiz dış politikasında
maalesef bir Afrika stratejisi ve ufku yoktu. Çünkü dünyanın en
az gelişmiş 48 ülkesinden 33ü Afrika kıtasındaydı. Birçok
ülkede kanlı iç savaşlar yaşanıyordu. İş imkânları sınırlıydı.
Batı Avrupa ülkelerinin bir zamanlar sömürgesi olan bu ülkeler,
halen bir şekilde bu ülkelerin kontrolü altındaydı. Uluslararası
gündeme taşınan sorunlarıyla ilgili olarak Batı yanlısı tavır
alıyorduk ve bagaj doldurmaktan çekinmiyorduk.
Misal: Birleşmiş Milletlerde Fasın bağımsızlığının
konuşulacağı iki oturumda (1951, 1953) konunun ertelenmesi
yönünde oy kullandık. Tunus bağımsız bir ülke olmak istediğinde
bu durum Fransa'nın iç sorunudur dedik. Mısır, Süveyş Kanalını
millileştirmek istedi, İngiltere ve Fransa'nın yanında yer
aldık. Bağımsızlığını kazanan ülkeleri tanımakta geciktik,
vesaire...
Daha sonra dış politikadaki bu yanlış çerçeveden dönüldü. 1998
yılında Afrikaya Açılım Eylem Planı hazırladık. 1999 ve 2002
yıllarında kriz oldu ve plandaki stratejiler askıya alındı. Daha
sonra Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı sayesinde ekonomik
politikalarda doğru adımlar atmaya başladık. Dış Ticaret
Müsteşarlığı 2003 yılında Afrika Ülkeleriyle Ekonomik
İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisini hazırladı. Birçok
Afrika ülkesinde büyükelçilikler açtık. 2005 yılını Afrika Yılı
ilan ettik. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Afrikaya,
özellikle de Sahraaltı Afrikaya yanında işadamları ve
bürokratlarla birlikte iş gezileri düzenledi. Bu gezilerden
birisine katılmış birisi olarak söylüyorum: yapılan iş gezileri
önemli ve yararlıydı. Çünkü o dönem uygulanan dış politika
stratejisi sivil ve laikti; ticari ilişkileri artırma eksenli ve
doğruydu.
AB yolunda doğru adımlar atmak, ekonomik programı destekleyen
dış politika uygulamak; yani, komşularla sıfır sorun politikası
izlemek, proaktif barış diplomasisi geliştirmek, dış politik
sorunlarda muteber arabulucu olmak ve yeni ülkelerle ticari
ilişkiler geliştirmek...
Başka birçok yanlışa rağmen bu politikalar, ülkede demokrasi
çıtasını yükseltiyor, özgürlükleri artırıyor, ülkeye daha çok
doğrudan yabancı sermaye yatırımı gelmesine neden oluyor, ülkeye
itibar kazandırıyor ve en önemlisi iş adamlarımıza ihracat ve
yeni iş bağlantıları sağlıyordu.
Sonra bu dış politikadan vazgeçildi, çizgi ve öncelikler
değişti!
Soru şu: Bundan vazgeçmek, çizgi ve öncelik değiştirmek kime ne
kazandırdı?
Afrika kıtasının Sahra çölünün altında kalan kısmı (Sahraaltı
Afrika) piyasa büyüklüğü itibariyle Asyadan oldukça küçüktür.
Ancak bu yıl yüzde 4,5 büyümesi beklenen Sahraaltı Afrika, 2015
yılında yüzde 4.3 büyümesi beklenen Uzak Doğuyu geride
bırakarak dünyanın en hızlı büyüyen ekonomik bölgesi haline
gelecek.
Sahraaltı Afrika ülkelerinin küresel hasıla içindeki payı halen
yüzde 1.4. Önümüzdeki beş yıl içinde bu oranın yüzde 4e çıkması
bekleniyor.
The Economist dergisi geçen ay Africa is the horizon. The 2015
African Business Outlook Survey başlıklı bir rapor* yayımladı.
Rapora göre dünyanın en hızlı büyüyen 20 ülkesinden 9u
Afrikada.
Kıtanın bu bölgesi bu hızda büyümeye devam ederse, önümüzdeki
yirmi yıl içinde küresel düzeyde ağırlığı olan yeni bir ekonomik
blok haline gelecek.
Rapor, Afrikada iş yapan 206 üst düzey yöneticiyle yapılan
anket sonuçlarına göre bölgedeki orta ve uzun vadeli ekonomik
fırsatlara da ışık tutuyor. Yöneticilerin yüze 57si,
Afrikadaki birimlerinin kendi şirketlerinin küresel
ortalamasından daha karlı olduğunu ve Sahraaltının kar marjı en
yüksek bölgesinin batı kısmı olduğunu söylemiş.
Ankete katılan yöneticilerin büyük bir çoğunluğu Afrika
kıtasının güney, doğu ve batı kısımlarında yatırımlarını
artırmayı düşündüklerini; kuzey ve orta Afrikada yeni yatırım
yapma konusunda istekli olmadıklarını söylemiş.
Evet Balkanlar, İran ve Orta Doğu kadar, Afrika da bizim için
önemli.
Yanlış dış politika tercihlerinin ve parlamenter sistemi bozan,
öncelikleri farklı çift başlılığın, bu ülke insanına işsizlik
olarak dönen ağır bir faturası var.
Ve yüzde 11,3, ülkeyi siyasi olarak çok daha kırılgan hale
getirecek kadar yüksek bir işsizlik oranıdır.
*Rapor için
tıklayınız...
Kaynak : http://t24.com.tr/ |