TÜSİAD Başkanı
Cansen Başaran-Symes Dünya Gazetesi'nin Sorularını Yanıtladı
Büyüme, kalkınma gibi hedefler MB'yi Ekonomi Bakanlığı'na
dönüştürür
Faiz tartışmalarını değerlendiren TÜSİAD Başkanı, MB refah
üretebilen kurum değil, para politikasından sorumlu" dedi
TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran-Symes, Merkez Bankası
politikalarının başarısını enfl asyon hedefini tutturması
açısından değerlendirmek gerekir. Merkez bankalarının temel
görevi fiyat ve finansal istikrardır. Kalkınma, büyüme gibi ek
hedefl er Merkez Bankasını bir nevi Ekonomi Bakanlığına
dönüştürür. Kalkınma ve refah politikaları parlamentonun,
hükümetlerin alanıdır dedi. Büyümeyi yukarı çekebilmek için
etkili bir yapısal reform atılımına ihtiyaç olduğunu belirten
TÜSİAD Başkanı, MB'ninw bağımsızlığına müdahale para
politikasının etkinliğini de sınırlıyor değerlendirmesinde
bulundu..
TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran-Symesla; Merkez Bankası, büyüme,
yatırımlar, çözüm süreci, kadın cinayetleri gibi ekonomiden
siyasi ve sosyal alanlara uzanan geniş bir gündemi konuştuk.
Sorularımıza cevapları şöyle:
►Merkez Bankasına fiyat ve finansal istikrar sağlama
görevinin yanı sıra, kanunu değiştirilerek büyüme, istihdam ve
ihracatın geliştirilmesi gibi görevlerin de verilmesi yönünde
görüşler var. Bu konuda değerlendirmeniz nedir?
Merkez bankaları refah yaratamaz. Merkez bankalarının temel
görevi fiyat istikrarı ve finansal istikrarı sağlamaktır. Merkez
Bankasına kalkınma, büyüme gibi ek hedefl er verilmesi Merkez
Bankasını bir nevi Ekonomi Bakanlığına dönüştürür. Kalkınma ve
refah politikaları parlamentonun ve hükümetlerin alanıdır.
Merkez bankaları hedefl erini hükümetlerle birlikte
belirledikleri ve araç yönünden bağımsız oldukları sürece, refah
politikalarının başarılı olmasına sadece yardımcı olan
kurumlardır. Merkez Bankası ilgili kanun çerçevesinde para
politikasından sorumludur ve refah üretebilen kurum değildir.
Müdahale para politikası etkinliğini sınırlıyor
►Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bazı bakanlar MB politikalarını
eleştiriyor. MBnin para politikasını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Merkez bankalarının hedefleri hükümetler ile birlikte
belirlenir. Merkez Bankasının bağımsızlığından anlaşılması
gereken Merkez Bankasının araç seçimi ve araç kullanımındaki
bağımsızlığıdır. Bu konunun üzerinde ısrarla duruyoruz ve Merkez
Bankasının bağımsızlığını önemsiyoruz. Merkez Bankasının
izlediği politikaların başarısını Merkez Bankasının hedefleri
doğrultusunda, yani enflasyon hedefini tutturması açısından
değerlendirmek gerekir. Ayrıca, dünya örnekleri bize şunu
gösteriyor: Merkez bankalarının kullandığı araçlardaki
bağımsızlığı arttıkça enfl asyonla mücadele daha başarılı
oluyor. Merkez Bankasının bu bağımsızlığına müdahale edilmesi,
para politikasının etkinliğini de sınırlıyor.
Merkez Bankasının para politikasına müdahale söz konusu
olduğunda enflasyon hedefinin tutmamasının sorumlusunu bulmakta
zorlanırız. Günün sonunda hedeften sapan enfl asyon, reel
sektörde önemli rekabet kayıplarına neden oluyor. Merkez
Bankasının politikalarını değerlendirirken bu faktörü de göz
önünde bulundurmak gerekir.
Etkili yapısal reform büyümeyi yukarı çekebilir
►2014ün en düşük sanayi üretim artışı son çeyrekte
gerçekleşti. Kapasite kullanım oranları da 3üncü ve 4üncü
çeyrekte negatif değerler aldı. Bu yılın ilk 2 ayında da bu
durum devam ediyor. 2015in büyüme açısından nasıl geçeceğini
öngörüyorsunuz? 2015 beklentilerinde revizyona gidecek misiniz?
Sıraladığınız büyümeye ilişkin öncü göstergeler ne yazık ki,
zayıf bir büyümeye işaret ediyor. Üyelerimizden gelen geri
bildirimler de dış talep ve iç talepteki yetersizliği de teyit
ediyor. Tüm bu faktörler bu yılki büyümenin geçen yıldan çok
farklı olmayacağına işaret ediyor. Küresel büyüme trendine bağlı
olarak, 2015 yılında büyümenin 3-3.5 civarında olmasını
bekliyoruz. Etkili bir yapısal reform atılımı, bu büyümeyi
yukarı çekebilir ve Avrupa ekonomisinin toparlanma hızına bağlı
olarak 2016 yılında daha yüksek bir büyümeye ulaşılabilir. Nisan
ayının sonunda, TÜSİAD makroekonomik tahminlerinin yer aldığı
3er aylık Konjonktür Raporunu yayımlayacağız. Her zaman olduğu
gibi, üyelerimizin beklentileri doğrultusunda, tahminlerimizi
gözden geçireceğiz.
Çözüm sürecinin ekonomi ayağına sahip çıktık
►Reel sektörde işler nasıl gidiyor? Teşvik alan
yatırımlardaki düşüşün nedenleri sizce nedir?
Son dönemde TLdeki değer kaybı şirket bilançolarının kalitesini
maalesef düşürdü ve borçlanabilme yeteneğini bir ölçüde
sınırladı. Bu ülkemizin ihtiyacı olan yatırımlar açısından
elbette arzu edilen bir durum değildir. Özel sektör yatırım
harcamaları incelendiğinde, son üç yıldır yatırım eğilimi zaten
oldukça zayıf. Bu durum, TÜSİAD olarak hep altını çizdiğimiz
gibi öncelikle iç ve dış talebin yetersizliğine bağlı.
Bölgesel teşvik uygulamalarında arzu edilen ilerlemenin tam
anlamıyla sağlandığını söyleyemeyiz. TÜSİAD olarak teşvik paketi
konusunda daha önce yaptığımız değerlendirmelerde de
belirttiğimiz üzere, bölgesel teşviklerde en yüksek teşvik
oranının sağlandığı 5. ve 6. bölgelerde, kalifiye işgücü ve
lojistik gibi konularda altyapı arzu edilen seviyede değil. Bu
durum nedeniyle yatırımcıların ve sanayicilerin bu bölgelere
yatırım yapma konusunda daha temkinli davrandığı görülüyor.
Bildiğiniz gibi TÜSİAD çözüm sürecinin ekonomi ayağına sahip
çıktı. Çözüm sürecinin başlamasının hemen ardından Cizre ve
Batmanı ziyaret ettik, bu konudaki kararlı irademizi ortaya
koyduk. Çözüm süreciyle ilgili olumlu gelişmeler olmasına rağmen
henüz kapsamlı bir yol haritasının ortaya çıkmaması ve bölgede
jeopolitik risklerin artmış olması bu bölgenin bizleri
heyecanlandıran potansiyelini sınırlıyor.
Bölgesel gelişmişlik farkları Türkiyede yatırım ortamının
zayıfl ığını açıklayan unsurlardan sadece biri. Teşvik
sisteminin kapsamı ve etkililiği yanında, hukuk sisteminin
güçlendirilmesi ve eğitiminin niteliği bu kapsamda çok önemli.
2012 yılında yayınladığımız Büyümenin Önündeki Engeller
raporunda da bu konulara güçlü referanslar vardı.
►Birleşme ve satın almalarda yerli alıcılar yabancıların
önüne geçti. Türk yatırımcı 2014te Türkiyedeki yabancı ortaklı
şirketlerden 5.8 milyar dolarlık pay satın aldı. Yurtdışından
gelen sermaye yatırımları da bir süredir 12 milyar dolar
seviyesinde yerinde sayarken Türkiyenin yurtdışı yatırımları
hızla artıyor. Bu tabloyu nasıl okumak gerekir?
Türk şirketlerinin yurtdışındaki yatırımları incelendiğinde
bunların önemli bir bölümünün stratejik amaçlarla yapıldığı
görülüyor. Bu yatırımlar ile şirketlerimizin rekabet güçlerinin
küresel olarak artması beklenir. Bu arzu edilen bir durumdur. Bu
sayede şirketlerimiz daha güçlü küresel oyuncular haline
gelecek, ülkemizde uzun vadede sermaye birikimine katkı
sağlanacak, böylece istihdam yaratıcı yeni yatırımların önü
açılacaktır. Küreselleşmenin bu derece yoğun yaşandığı
günümüzde, firmalar elbette farklı coğrafyalardaki yatırım
fırsatlarını değerlendireceklerdir. Ancak öte yandan, biz de
ülkemize daha fazla doğrudan yabancı sermaye çekebilmek amacıyla
yatırım ortamımızı güçlendirmek için tüm kurumlar birarada çaba
sarf etmeye bıkmadan devam etmek zorundayız. Özellikle Türkiye
gibi büyümesinin finansmanında dış tasarrufa ihtiyacı olan
ülkeler, yabancı sermaye çekmek için daha özendirici politikalar
izlemek zorundadır.
Kısıtlı tasarruflar üretken sektörlere yönelmeli
►Başbakan Davutoğlunun açıkladığı ekonomide dönüşüm programı
ile ilgili değerlendirmeniz nedir? Size göre ekonominin
ihtiyaçlarını karşılayacak bir program mı? TÜSİAD ekonomide
öncelikli olarak nelerin yapılmasını bekliyor?
Hükümet tarafından ortaya konulan kalkınma planları, öncelikli
değişim programları ve eylem planları oldukça kapsamlıdır, doğru
hedefleri öngören bütünlüklü belgelerdir. Beklentimiz bu
belgelerde yer alan eylem planlarının daha uygulanabilir bir
takvime bağlanması ve önceliklendirilmesi ve en önemlisi etkili
bir şekilde uygulanmasıdır.
Bu belgelerde yer alan gerek makro ekonomik, gerekse rekabet ve
kalkınma başlıklarını uzunca bir süredir TÜSİAD olarak
çalışıyoruz. Bu çerçevede, TÜSİAD olarak, Türkiyenin küresel
rekabet gücünü etkileyebilecek, inovasyon kapasitesinin
artırılması, kayıt-dışı ekonominin azaltılması, hukuki alt
yapının güçlendirilmesi hususları önde gelen düzenleme
alanlarıdır. Orta vadede ise sanayinin ekonomideki payının
artırılması, kısıtlı tasarrufl arın üretken sektörlere yönelmesi
ve eğitimin niteliğinin artırılmasını alanları sürdürülebilir
bir büyüme için süratle adım atmamız gereken konular olarak öne
çıkıyor. Elbette, büyüme ve kalkınma açısından önem arz eden
çözüm sürecinin başarıyla yürütülebilmesi ve ekonomi
politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında işbirliği ve
koordinasyonun önemine de vurgu yapmak isterim
AB ve transatlantik dünya ile ilişkiler temel öncelik
►Dünyadaki ekonomik ve jeopolitik gelişmeleri göz önüne
aldığınızda Türkiye açısından risk ve avantaj oluşturabilecek
hangi gelişmeleri dikkat çekici buluyorsunuz? Ekonomi yönetimi
ve firmalara ne yönde hareket tavsiye edilebilir?
2008 ekonomik krizinden sonra Türkiyenin merkezinde bulunduğu
coğrafyada önemli siyasal değişiklikler meydana geldi. Bir
yandan otokratik yönetimlere karşı başlayan Arap devrimleri
kaos, iç savaş ve dinci radikalizme doğru evrilirken, Batı ve
Avrasya dinamikleri arasında kalan Ukraynada yaşanan sorunlar
da Rusyanın tepkisel politikalarını tetikledi. Sonuç bir
tarafta IŞİD gibi hem bölge halklarına hem de tüm çevre ülkelere
her türden tehdidi oluşturan insanlık dışı bir yapılanma ortaya
çıktı. Diğer tarafta da sınırların değiştiği, uluslararası
güvenlik mimarisinin yetersizliğinin ortaya çıktığı bir süreç ve
bir nevi yeniden başlayan bir Soğuk Savaş var.
Bu durumun ekonomik etkileri de oldukça önemli. Rusyaya yönelik
ambargolar ve petrol fiyatlarındaki düşüş, ekonomik işbirliği
temelinde küresel çapta liberal-demokratik bir siyasal düzen ve
uluslararası hukuk mimarisini zayıflattı. Ekonomik dinamiklerin
jeopolitik rekabet için araç olarak kullanılabileceği tekrardan
kanıtladı. Orta Doğuda yaşanan siyasal gelişmeler de bu
pazarların ne kadar istikrarsız olduğunu gösterdi.
Bizim açımızdan temel sonuç şu: Türkiyenin AB ve transatlantik
dünya ile ekonomik ilişkileri tıpkı siyasal ilişkiler ve
değerler alanında olduğu gibi temel öncelik olmalı. Görece
istikrarsız olan Rusya ve Orta Doğu ile olan ilişkiler ise
tamamlayıcı nitelikte. Küresel ekonomiyi yeniden şekillendirecek
güce sahip olan TTYO-TTIP anlaşması bu anlayışı teyit eden bir
gösterge. Türkiye ve elbette özel sektör olarak bu sürecin
muhakkak içinde olmamız yönünde çaba sarf ediyoruz.
TL'deki değer kaybını küresel gelişmelere bağlamak kolaycılık
olur
Üyeleriniz dolar kurundaki hızlı artış sonrası kur riskini nasıl
yönetiyor? Artışın seyri ile ilgili endişeler ne seviyede?
Fedin faiz artırımı beklentileri, AMBnin tahvil alım programı,
jeo-politik riskler ve içeride de seçim dönemi nedeniyle ortaya
çıkacak kur hareketliliğini yönetecek kapasiteye ve tecrübeye
herhalde sahibiz. Ancak bu gelişmeler, son dönemde TLnin değer
kaybının ancak bir bölümünü açıklayabiliyor. Dolayısıyla, son
dönemde TLnin değer kaybını çok iyi analiz etmek gerekir. Bu
çerçevede, öngörülerin ötesinde değer kaybeden TLnin açık
pozisyonu olan kurumlarda olumsuz sonuçlar doğurduğunu düşünmek
gerekir. Yüksek sayılabilecek TL değer kaybını salt küresel
gelişmelere bağlama kolaycılığına gitmeyelim derim. Kur
oynaklığının, kur-enfl asyon geçişkenliğinin ve buna bağlı
olarak enfl asyon hedefl erinde ortaya çıkabilecek sapmanın reel
sektördeki etkilerini anlamak ve mümkünse sınırlayabilmek için
ekonomik politika koordinasyonu daha iyi yönetmeye özen
gösterelim. Dış dünyada ve özellikle yakın çevremizde hem
iktisaden hem de siyaseten bu kadar yoğun hareketlilik yaşanıyor
olması, ekonomi politikasının koordinasyonunu olağanüstü önemli
kılıyor. Bunun üzerini bir kere daha çiziyorum.
Kısa vadede ekonomi yönetimindeki kararlılığın güçlendirilmesi
şart
TÜSİAD üyelerinin yabancı ortakları faiz tartışmalarına nasıl
bakıyor, tartışmalar yabancı şirket yöneticilerinde nasıl bir
etki bırakıyor, size sorular geliyor mu? Bu tartışmalar yeni
değil, dolayısıyla yabancı ortaklar ve ekonomistler Türkiyeyi
ve Merkez Bankamızı iyi tanıyorlar. Ancak son zamanlarda ekonomi
politikasına yönelik güven ve öngörülebilirlik çerçevesindeki
tartışmalar FEDin faiz artırmaya yakın olduğu bir dönemde
yaşanıyor olduğundan sorunlar maalesef derinleşti. Uzun vadede
Türkiyenin iktisadi potansiyeli yüksek bir ülke olduğu
konusunda herkes hemfikir. Ancak bu potansiyelin sürdürülebilir
refah artışına dönmesi için her zaman vurguladığımız yapısal
reformların hızla gerçekleştirilmesi ve uygulanması gerekiyor.
Kısa vadede ise ekonomi yönetimindeki kararlılığın
güçlendirilmesi şart
Piyasa ekonomisi kurum ve kurallarının
işletilmesinde bir irade eksikliği olmadığını varsaymak
istiyorum; böyle bir ortamda, iktisaden anlamakta zaten güçlük
çektiğim faiz lobisi dolar lobisi gibi muğlak tartışmaları
artık gündemi meşgul etmemelidir.
kaynak :http://www.tusiad.org.tr/ |