TÜSİAD Yönetim
Kurulu Başkanı Haluk Dinçerin Cansu Çamlıbel ile Söyleşisi
Hürriyet Gazetesi - 29 Aralık 2014
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Dinçer'in Hürriyet
Gazetesi'nde 29 Aralık 2014 Pazartesi günüCansu Çamlıbel ile
gerçekleştirdiği söyleşisi yayınlandı.
Muhatabımız Cumhurbaşkanı Değil Başbakan
Yedi ay önce Muharrem Yılmazın istifası üzerine TÜSİAD
Başkanlığı koltuğuna oturan Haluk Dinçer ile bu röportajı
başkanlığı bırakacağı yönündeki söylentilerin zirve yaptığı bir
ortamda yaptık.
Dinçer 22 Ocaktaki Genel Kurulda yola devam edip etmeyeceğine
yönelik tüm sorularımı Genel Kurulun takdiri diye zarafetle
geçiştirdi. Ancak siyasi konularda verdiği sansürsüz yanıtlara
bakınca bunun bir veda röportajı olduğunu anlamak zor değil.
TÜSİADın Cumhurbaşkanı Erdoğanla ilişkilerinin geldiği noktayı
anlatırken yaptığı cumhurbaşkanlığı-hükümet ayrımı 2015
fotoğrafı açısından kritik önemde, hem de epey tartışılır....
AB ERDOĞANIN SÖYLEMİ ÜZERİNE TÜRKİYEDEN VAZGEÇMEZ
- Aralık başında Brüksele yaptığınız ziyaret sonrasında AB
içinde kimse Türkiyeden kolay kolay vazgeçmez demiştiniz. 14
Aralıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ABye yönelik
eleştirilerinin tonunu yükseltince karşı taraftan da endişeli ve
gergin demeçler geldi. Hâlâ Ne olursa olsun Avrupa Türkiyeden
vazgeçmez diyebiliyor musunuz?
Diyebiliyoruz onu. Cumhurbaşkanının davranışını tepkisel olarak
değerlendirmek lazım. Burada bir iletişim problemi görüyoruz,
Türkiyede olan biten ABye tam anlatılamadı diye düşünüyoruz.
Belki AB de biraz acele etti. Geçmişte zaten yargılama
süreçlerinde sicili bozuk bir Türkiye var, arkasından
basın-medya mensupları gözaltına alınıyor, bakanlar soruşturma
yapan savcıyı etkilemek üzere açıklamalar yapıyorlar.
Kendilerine de hiçbir şey anlatılmıyor, AB de doğal olarak
Türkiyeyi kendi değerlerinden uzaklaşır şekilde gördüğü için
bir uyarıda bulunuyor. AByi doğru anlamak lazım. Ama ben ABnin
böyle bir söylem üzerine Türkiyeden vazgeçebileceğini hiçbir
şekilde zannetmiyorum. Bu karşılıklı çıkarlara dayanan bir
ilişki. Bizim kara kaşımız, kara gözümüz için Türkiyeyi ABde
istemiyorlar. ABnin daha etkili ve güçlü olabilmek için
Türkiyenin coğrafyasına, ilişkilerine ve ekonomik dinamizmine
ihtiyacı var. Bunu Avrupalıların bazıları fark etti, bazıları
etmedi. Bu bir zaman meselesi. Sonunda Türkiye mutlaka ABye üye
olacaktır, ben buna inanıyorum. Çünkü AB mecbur kalacak.
- Üyelik için bir tarih öngörünüz var mı?
AB şu anda kendi mimarisini gözden geçiriyor ama ben bizim
hükümetimizin 2023 hedefini AB üyeliği için de olumlu bir hedef
olarak görüyorum. İyi bir ulusal eylem planı ortaya koydular.
AByi çok iyi tanıyan AB ve Dışişleri bakanlarımız olmasını da
çok olumlu karşılıyoruz. Biz hükümetin AB sürecine inandığını
düşünüyoruz. TÜSİAD zaten başından beri bu süreci desteklemeye
devam etti, devam ediyor.
ORTAYA ÇIKMIŞ BİR PARALEL DEVLET GÖREMİYORUM
- Cumhurbaşkanı Erdoğan eylül ayında TÜSİADın Yüksek İstişare
Konseyi toplantısına katıldığında Paralelle mücadelede sizden
yeterince destek görmüyorum dedi. TÜSİAD olarak böyle bir
misyonunuz olduğunu düşünüyor musunuz?
Paralel devlet çok ciddi bir iddiadır. TÜSİADın paralel devlet
iddialarıyla ilgili bir pozisyonu olamaz, çünkü sonuçta bu
yargıya intikal etmesi gereken bir konudur. Paralel devlet varsa
bunu ortaya çıkarması gereken MİTtir, emniyettir.
- Onlar da yavaş yavaş çıkarttıklarını söylüyorlar. Bütün devlet
kurumlarında büyük tasfiyeler var.
Ben çıkmış bir şey göremiyorum. Çıkaracak olan yargıdır. TÜSİAD
ne yapabilir paralel devletle ilgili? Ben bir şey görmüyorum.
Benim gördüğüm sadece bazı usulsüz dinlemelerle ilgili olarak
bazı emniyet mensuplarının tutuklanması. Ama bu paralel devlet
tanımına tam uymamaktadır herhalde.
- Ekrem Dumanlı gözaltından sonra serbest kaldı ama Hidayet
Karaca terör örgütü üyesi olma suçlamasıyla tutuklandı. Bu
iddialar size inandırıcı geliyor mu?
Biz başından beri paralel devletle ilgili iddiaları çok ciddi
görüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının ifade ettiğine göre bunun
ortaya çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. Tabii ki bu
yapılanmayla ilgili sağdan soldan bazı duyumlarımız olmakla
beraber bunlar tamamen algıdır. Gerçekleri ortaya çıkaracak olan
yargıdır. Bu anlamda, ortada somut bir şey olmadığını
düşünüyorum. Usulsüz dinleme yaptığı iddia edilen birkaç kişinin
yakalanmasıyla devlet içinde bir paralel devlet ortaya çıkmadı.
2009 senesinde çekilen bir diziyle ilgili Samanyolu Medya Grup
Başkanının ve Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeninin gözaltına
alınması, sonra birisinin tutuklanmasının paralel devletle nasıl
bir ilgisi olduğunu biz anlayabilmiş değiliz. İki cemaat
arasında bir mücadele olmuş olabilir ama ben bir paralel devlet
görmüyorum.
YARGIYA GÜVEN KALMADI, HANGİ DAVA GERÇEK HANGİSİ DÜZMECE
BİLEMİYORUZ
- TÜSİAD üyesi pek çok kişinin usulsüz dinlendiği anlaşılıyor.
Belki bütün bunlar söylediğiniz gibi yargı sürecinde ortaya
çıkacak. Peki genel anlamda Fethullah Gülen Cemaati sizin için
ne ifade ediyor?
Fethullah Gülen Cemaati ile ilgili iddiaları son derece ciddi
iddialar olarak görüyoruz. Fakat benim ya da TÜSİADIN bu
iddiaların hangisi doğru ya da yanlış bilmemiz mümkün değil.
Hatırlarsanız Balyoz, Ergenekon gibi kamuoyuna mal olmuş son
derece ciddi siyasi davalarda da çok ciddi iddialar gördük.
Bugün ne gerçek, ne düzmece, ne kurgu kesinlikle bilinmeyen bir
noktaya geldik. Türkiyede bu iddiaların ortaya çıkarılması için
sağlıklı işleyen bir yargı sürecine ihtiyaç olduğunu net bir
biçimde görüyoruz. Ama öte taraftan toplumun da geçmişte
yaşananlar dolayısıyla yargıya saygısının ve güveninin de
kalmadığını görüyoruz. Türkiyede tarafsız ve bağımsız bir yargı
olmadığını da görüyoruz. O nedenle de o bahsedilen iddiaların
kanıtlanması için doğru bir ortamın olmadığını görüyoruz.
- Cemaat bir suç örgütü olabilir mi?
Bir kere suç kişiseldir, ceza hukukun temel ilkesidir. İçinde
birkaç kişi suç işlese, hatta lideri bile suç işlese cemaat
suçludur diyemezsiniz. Hukukta böyle bir şey yoktur. İkincisi
bunlar yargıya intikal etse bile Türkiyedeki yargının
bağımsızlığıyla ilgili ciddi kuşlular var. Bu süreçlerin şeffaf
olmadığını, yargı mensuplarının dokunulmazlığının olduğunu
görüyorum. Şeffaflık, bağımsızlık olmazsa da Türkiye bir hukuk
devleti olamaz. Türkiyenin böyle sorunları var. Siz biliyor
musunuz acaba Ergenekonda esas resim nedir?
- Geçmişte pek çok işadamının Fethullah Gülen ile ilişkileri
olduğunu biliyoruz. Siz hiç görüştünüz mü kendisiyle?
Yok, ben hiç görüşmedim, ailemden de hiç kimse görüşmedi.
- ABDyi iyi tanıyorsunuz. Hükümetin terör örgütü liderliği
suçlamasıyla kırmızı bülten çıkaracağını ve Gülenin iadesini
talep edeceğini anlıyoruz. Siz ABDnin iade noktasına geleceğine
ihtimal veriyor musunuz?
Pek ihtimal vermiyorum ama ikili anlaşmalar ne diyor onu
bilmiyorum.
- Sizce Fethullah Gülen bir terör örgütü lideri olabilir mi?
Bu benim işim değil. Tabii ki masumiyet karinesi yönünden suçu
kesinleşinceye kadar herkes suçsuzdur. Fethullah Gülen de
suçsuzdur.
GEZİ OTORİTER TAVRA KARŞI TEPKİYDİ
- Hükümet 17 Aralık ve sonrasında yaşananları da aynı Gezide
olduğu gibi bir darbe girişimi olarak algılıyor ve böyle
algılatmaya yönelik bir siyasi söylem kuruyor. Bunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Tabii bunlar çok ciddi iddialar. Gezi bir darbe girişimiyse ki
bize göre Gezi bir darbe girişimi değil- TÜSİAD penceresinden
baktığınız vakit, Gezi bir demokratik hak arayışı, bir çevresel
duyarlılık ve otoriter bir tavra karşı bir tepki. Net bu böyle.
Ha üçüncü günden sonra başka şekle dönüşmüş olabilir, gerçekten
niyeti darbe olanlar içine karışmış olabilir. Ortaya çıkarsınlar
o zaman bunun bir darbe girişimi olduğunu, bunu ortaya
çıkarmadan devamlı darbe demek bize pek normal gelmiyor.
Gezinin üzerinden bir buçuk sene, 17 Aralıkın üzerinden de bir
sene geçti. Bunların biraz ortaya çıkarılması lazımdı artık. 17
Aralıkta organize bir şeyler olduğunu görüyoruz tabii. Arka
arkaya 4 tane bakanla ilgili ve Cumhurbaşkanıyla ilgili bazı
tapelerin eşzamanlı servis edilmesi bunun arkasında organize bir
şey olduğunu gösteriyor. Ama bunlar kimdir, nedir bilmiyoruz.
Bunların ortaya çıkarılması lazım, bu TÜSİAD olarak bizim işimiz
değil.
17 ARALIK İŞ DÜNYASI İÇİN ŞAŞIRTICI DEĞİL
- Son hafta içinde 17 Aralık konusunda birkaç tane kritik
gelişme oldu. Reza Zarrabın el konulan paraları faiziyle iade
edildi. Meclis Araştırma Komisyonu raporunu açıklamayı erteledi.
Bu arada Başbakan Davutoğlunun 4 bakana Yüce Divana kendiniz
gidin şeklindeki telkinin Ak Parti cephesini böldüğü konuşuldu.
Bu resim TÜSİAD için ne ifade ediyor?
Bir kere şunu çok net biliyoruz; Türkiyede yolsuzluklar var ve
artma eğiliminde. OECDnin çalışmaları da bunu gösteriyor.
Uluslararası şeffaflık örgütü Türkiyeyi 11 basamak geriletti.
Bizim 800 tane iş insanıyla yaptığımız ankette; yüzde 37si
faaliyet gösterdikleri sektörde yoğun biçimde yolsuzluk
olduğunu, yüzde 46sı ise bu yolsuzlukların artma eğiliminde
olduğunu söylüyor. Dolayısıyla 17 Aralık sürecinde yaşananlar iş
dünyası açısından çok da şaşırtıcı değil. o kişilerden bağımsız
konuşuyorum ama yolsuzlukların oradan veya buradan çıkmasını biz
aslında normal görüyoruz.
- Yolsuzlukla mücadele iradesini yeterince kuvvetli buluyor
musunuz?
Bununla mücadele sadece mevzuat değişiklikleriyle olmaz. Burada
kamunun, özel sektörün, sivil toplumun elbirliğiyle ciddi
aksiyon planlaması ve takip yapması lazım. Kamu ayağında daha
fazla şeffaflaşma lazım.
- G-20 toplantılarında genelde Türkiyeden iş örgütü olarak
TÜSİAD temsil edilirdi. Ancak Türkiyenin toplantılara ev
sahipliği yapacağı 2015 yılında hükümetin TÜSİAD yerine TOBBu
tercih edeceği konuşuluyor. Sizin bu durumla ilgili bilginiz var
mı?
Yurtdışındaki temsilimizin bugüne kadar diğer örgütlerden daha
fazla olduğu da doğrudur. Doğrudur, bu sefer Odalar Birliği
Başkanına görev verildi.
- Bunu TÜSİADa karşı bir tavır olarak mı algılıyorsunuz?
Bir tercih olarak algıladık.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan ile TÜSİADın ilişkileri son yıllarda
çok inişli çıkışlı oldu. Bu tercihin TÜSİADa yönelik bir
cezalandırma olduğunu düşünüyor musunuz?
Yok, ben cezalandırma olarak görmüyorum. DEİKin şekil
değiştirmesi sırasında biliyorsunuz TOBB Başkanı yönetimde yer
almadı ve istifa etti. Ama B-20 tercihinin daha kapsamlı bir
tercih olduğunu düşünüyorum. Bağımsız bir kuruluş olan TÜSİADa
vermektense esasında herkesin üye olmak zorunda olduğu TOBBa
verilmesinin daha kapsayıcı bir model oluşturacağını düşündüler
sanırım.
- ERDOĞAN EL UZATTI, HAVADA BIRAKMADIK
- CUMHURBAŞKANIYLA İLİŞKİLERİ NORMALLEŞTİRDİK
- FAKAT BİZİM MUHATABIMIZ CUMHURBAŞKANI DEĞİL BAŞBAKANDIR
- Erdoğan 4 yıl aradan sonra ilk defa bu yıl sizin Yüksek
İstişare Konseyi toplantınıza geldi. 2014 yılı sonu itibarıyla
TÜSİADın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkisini nasıl
tanımlarsınız?
Bugün itibarıyla gayet iyi tanımlarım. Bugün itibarıyla bizim
Cumhurbaşkanımızla hiçbir sorunumuz yoktur. Cumhurbaşkanı
devletin başıdır. TÜSİADın muhatabı zaten cumhurbaşkanı
değildir, TÜSİADın muhatabı başbakandır. Bizim çalışma
alanlarımızla ilgili bakanlardır. Sayın Cumhurbaşkanı ile ben
kendim göreve geldikten sonra yaptığım görüşmede, o geçmişte
yaşanan gerginlikleri unutup ilişkilerimizi normalleştirme
teklifi yaptım. Kendisi de bunu olumlu karşıladı. Kendisini YİK
toplantımıza davet ettim, oraya da geldi. Orada tabii yine bazı
sert açıklamalarda bulunduğu doğrudur. Ama bütün metni
dikkatlice okursanız gayet olumlu söylem de var. Bir el
uzatmıştır, biz de o eli havada bırakmadık ve ilişkilerimizi
normalleştirdik. Bizim ilişkilerimiz artık, Türkiye
Cumhuriyetini temsil eden devletin başı ve Türkiyenin özgür,
bağımsız, etkili bir iş dünyası örgütü ilişkisidir.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilişkileriniz kesin olarak
normalleşti öyle mi?
Normalleşme yaşandı, bugün itibarıyla ilişkilerimizde herhangi
bir gerginlik yoktur. Ama bizim muhatabımız da Sayın
Cumhurbaşkanı değildir. Herhangi bir eleştiride, bir politika
önerisinde ya da bir raporda muhatabımız Sayın Cumhurbaşkanı
değildir, hükümettir. Biz 62. hükümetin programına baktık ve
onunla ilgili görüşlerimizi paylaştık.
İKTİDARLA EL SIKIŞMAMIZ DOĞAL, TÜRKİYENİN YARARINA
- Orta sınıfların TÜSİADa yönelik şöyle bir algısı var; Arada
hükümetle atışıyorlar, demokrasiden dem vuruyorlar ama işin
ucunda servetleri olduğu için günün sonunda otokrat olduğunu
düşündükleri liderlerle bile el sıkışabiliyorlar.
Bir kere böyle bir tespiti kesinlikle kabul etmiyoruz.
Türkiyede TÜSİAD son derece etkili, bağımsız, gönüllü iş
insanlarının örgütüdür. Bu insanları bir araya getiren sadece
büyük sermaye ya da para değildir. Bu insanları bir araya
getiren ortak savundukları ilkelerdir. İnsan hakları evrensel
ilkeleridir, düşünce özgürlüğüdür, inanç özgürlüğüdür, girişim
özgürlüğüdür. Katılımcı bir demokrasidir, laik bir hukuk
devletidir. Tabii ki serbest piyasa koşullarıdır. TÜSİAD her
zaman doğruları söylemiştir. Raporları ortadadır, Türkiyenin
demokratikleşmesi için de çok ciddi çaba göstermiştir. TÜSİAD
ile iktidar partisinin sağlam bir iletişim içinde olması
Türkiyenin yararınadır. TÜSİAD bu ülkedeki sanayi üretiminin,
istihdamın çoğunluğunu yapıyor, ödenen vergilerin yüzde 80ini
ödüyor. İktidarla olan ilişki Türkiyenin yararınadır.
Dolayısıyla el sıkışmamız son derece doğaldır sonunda.
DEVLET GÜDÜMÜNDE BİR İŞ DÜNYASI ÇAĞDIŞI, BATIYA
ANLATAMAZSINIZ
- DEİKin Ekonomi Bakanlığına bağlanacağından haberiniz var
mıydı? Hükümetin bu hamlesi size göre ne alama geliyor?
Haberimiz yoktu. Bir şeyler olacağını duyduk ama yönetmelik
çıkana kadar nasıl bir şey olacağını bilmiyorduk. Hükümet DEİKi
kendi dış ekonomik ilişkilerini desteklemek için bir araç olarak
görüyor. Devlet zaten yönetmelikle kurulmuş olan bir kuruluşun
misyonunu biraz daha kendi amaçlarına yaklaştırdı. Bana göre bu
model çağdışı bir modeldir. Gelişmiş ekonomilere, gelişmiş
demokrasilere bu modeli anlatamazsınız. Devletin güdümündeki iş
dünyasını temsil eden bir DEİK ile görüşmelerde zorlanırlar.
Rusyada, Çinde zorlanmazsınız da Fransa, Almanyada
zorlanırsınız. Ama biz zaten TÜSİAD olarak DEİKte bulunmuyoruz,
TÜSİAD üyeleri olarak varız.
- DEİK çatısı altındaki Türk-Amerikan İş Konseyi Başkanlığını
siz yürütüyordunuz. Bu yüzden mi bıraktınız?
Ben zaten bırakacaktım, bıraktım. Altı yıl yaptım, altı yılın
sonunda kasım ayında bıraktım. Zaten daha önce arkadaşlarımla da
paylaşmıştım. Benim dışımda neredeyse herkes kaldı çünkü genel
kurul yapılmadı.
- Bir protesto yok mu yani?
Yok, bir protesto niteliğinde değil. Ben zaten üç dönem
başkanlık, iki dönem de yönetim kurulu üyeliği yaptım. Toplam 10
sene DEİKte görev yaptım.
TÜRK TİPİ BAŞKANLIĞA KARŞIYIZ, TÜRKİYEYİ GERİ GÖTÜRÜR
- Barış sürecinin genel gidişatına yönelik değerlendirmeniz
nedir?
Anamuhalefet partisi başta olmak üzere bazı kesimlerin gündeme
getirdiği Kürtlerle Erdoğan başkanlıkta anlaştı, çözüm süreci
onun üzerinden pazarlık ediliyor şeklindeki iddia hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Bu tür komplo teorilerini bizim bilmemiz mümkün değil. Ama böyle
bir anlaşma olduğunu sanmıyorum. Yalçın Akdoğan ile görüşüyoruz.
Kendisi bize zaten seçimlerden önce bu konuda ciddi adımlar
atılacağını söylemişti. Biz bu süreci partiler üstü bir proje
olarak görüyoruz. Esasında bunun içinde muhalefet partilerinin,
bilhassa anamuhalefetin olmamasını sakıncalı görüyoruz. Bugün
yürütebilirsiniz ama yarın karar aşamasına gelindiği, kamuoyu
desteği alınmasının gerektiği noktada bu sadece iktidar
partisinin çözebileceği bir konu değil. Bugünkü süreç yeterince
şeffaf değil diye düşünüyoruz. Somut adımlarda biraz geç kalındı
diyoruz ama bunun da doğal bir devinimi olduğunu kabul ediyoruz.
- Başkanlık sistemi?
Pozisyonumuz son derece net. Türkiyeye en uygun sistemin
parlamenter sistem olduğunu söylüyoruz. Başkanlık sistemini
kategorik olarak reddetmiyoruz ama Türkiyenin anayasal
geleneğine ve siyasi kültürüne daha uygun olanın parlamenter
sistem olduğunu düşünüyoruz. Türk tipi bir başkanlık sistemine
elbette karşıyız. Bir sistem bir bütündür, onun beğendiğim
taraflarını alırım, beğenmediğim taraflarını almam şeklinde bir
hareket Türkiyeyi bugün olduğu noktadan daha geriye götürebilir
gibi bir endişe taşıyoruz.
KADINLAR İÇİN ENDİŞE TAŞIMIYORUM
- Cinsiyet eşitliği konusunda Türkiyede geriye giden bir tablo
var mı sizce?
Toplumda bu konuda bir hassasiyet olduğunu görüyorum. Benim
çalıştığım çevreye bakınca, şirketlerimizin genel müdürleri,
genel müdür yardımcıları seviyelerinde pırıl pırıl genç kadınlar
gördüğüm için açıkçası böyle bir endişe taşıyamıyorum. Ama bu
konuda kadınlar arasındaki hassasiyeti anlıyorum.
- Sizin bu konuda bir korkunuz yok o halde, doğru mu?
Valla benim yok açık söyleyeyim. Ama Türkiyede bu konudaki
hassasiyeti, özellikle kadınlarınkini anlıyorum. Benim de bir
kızım var yetiştiriyorum. Ben kızımın geleceğiyle ilgili böyle
bir korkuya kapılmıyorum. Türkiyenin geleceğiyle ilgili ben
böyle bir şeyi mümkün görmüyorum. Ama Türkiyede yıllardır
toplumun bir kesiminde devletin laik yapısına ilişkin bir sürü
tereddüt olduğunu görüyorum. Ama benim Haluk Dinçer olarak
Türkiyenin bu konuda bulunduğu noktadan geriye gideceğini pek
gerçekçi görmüyorum. Bu tartışmalar olur, olsun. Hassasiyetleri
de anlıyorum. Zaten bu tartışmalar ve hassasiyetler Türkiyenin
cinsiyet eşitliğinde geriye gitmemesini sağlayacak. Buna izin
vermez Türkiye.
kaynak : http://www.tusiad.org/
|