SEZAİ BABAKUŞ /
SANALDAN GERÇEĞE, HAMASETTEN EYLEME
Ne kadar söz varsa düne ait
Dünle beraber gitti cancağızım
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Mevlana
Gelmişini-geçmişini bilmeyenin dünyası
şimdi gördüğü kadardır.
Neşat Ertaş
Bugünü anlamak
Toplumumuzun bugünkü durumunu pekçok açıdan değerlendirebilir ve
tanımlar çıkarabiliriz. Ben şöyle görüyorum: Geçmiş, şimdi ve
gelecekten oluşan zaman köprüsünün ortasında durmuşuz. Bir
geriye-geçmişe bakıyoruz, bir ileriye-geleceğe. Aklımız,
yüreğimiz, ayaklarımız bocalıyor. Ne yapacağımıza, nereye
gideceğimize karar veremiyoruz. Şaşkınız, telaşlıyız, biraz da
çaresiz. Oyalanıyoruz, ağır-aheste
Böyle arafta kalışımızın, böyle zaman akar, biz bakar
duruşumuzun pekçok nedeni var. Herşeyden önce geçmişine tutkun
bir toplumuz. Geçmiş üzerine kurulu bir
hissiyata-fikriyata-davranışa sahibiz. Geçmişi savunmaya
odaklıyız. Velhasılı, geçmişi yaşamaya kurguluyuz. Böyle olunca,
bugünü anlamakta ve buradan geleceğe yürümekte zorlanıyoruz.
Geçmişe dönük bu hal, yaşadığımız ağır travmalar ve büyük
kayıplar (savaş, kıyım, sürgün, ağır asimilasyon vb.) üzerine
diyasporada geliştirdiğimiz geçici bir refleksi mi, yoksa
anavatandakileri de içine alan sürekli bir kültürel
karekteristik mi, bilmiyorum. Her ne ise, zihnimize pranga vuran
bu halden biran önce kurtulmamız gereğine inanıyorum. Kastım
geçmişi yok saymak değil elbet. Onu, unutmayacak kadar yakında
ve geleceğimize ipotek koymayacak kadar uzakta tutmaktan
sözediyorum. Tam da Mevlananın dediği gibi, tam da Neşat
Ertaşın baktığı gibi
Hiç kuşku yok, çektiğimiz acılar ve verdiğimiz kayıplar
bakımından geçmişin en şanssız toplumlarından biriyiz. Bunu
bileceğiz ve daima hatırlayacağız. Öte yandan, şimdi,
yaralarımızı sarmak, kayıplarımızı telafi etmek ve güçlü bir
gelecek kurmak bakımından pekçok imkanın birarada olduğu tarihi
bir dönem yaşıyoruz. Bugünün değerini anlamalı ve gereğini
yapmalıyız.
Bugün, diyasporada kimliğimizi-kültürümüzü ihya etme şansına
sahibiz. Bugün, anavatanımıza geri dönme ve oradakilerle
birlikte, sahip olduğumuz siyasi-hukuki yapılarımızı (yani
adlarımızı taşıyan cumhuriyetlerimizi) geliştirerek ya da
değiştirerek kendimize bir gelecek inşa etme şansına sahibiz.
İstiyorsak bütün bunları yapabiliriz.
Burada canalıcı sözcük istiyorsakdır. Bu istek, birkaçımızı ya
da birkısmımızı değil ekseriyetimizi kapsayacak kadar büyükse;
bu istek, toplumumuzun bütün kesimlerini içine alacak kadar
genişse, ve bu istek, gereğini yaptıracak kadar güçlüyse bir
kıymeti olacaktır.
Evet, bize hükmeden güçler ve gerekçeler yüzünden feda ettiğimiz
bir geçmiş var, şimdi ise hükmedebileceğimiz bir gelecek
fırsatıyla karşı karşıyayız. Kendi irademizle ve kendimiz için
savaşacağımız bir dönem yaşıyoruz.
Bu savaşın silahları akıl, beceri, umut, cesaret ve
kararlılıktır. Bu, daha iyi örgütlenerek, siyaseti/diplomasiyi
daha iyi öğrenerek ve uygulayarak, diyaspora-anavatan gücünü
birleştirerek, anavatana dönüşü hızlandırarak, üreticiliğimizi
ve girişimciliğimizi artırarak vereceğimiz bir savaştır.
Elbirliğiyle verilecek bir savaş bu. Aklı olanın akıl, bilgisi
olanın bilgi, becerisi olanın beceri, emeği olanın emek, parası
olanın para, heyecanı olanın heyecan koyacağı bir savaş.
Bugün, geleceği kurmak için ihtiyacımız olan hemen herşeye
sahibiz. Tek eksiğimiz bu tarihi şansı iyi anlamak ve kararlı
bir irade ile gereğini yapmaktır. Başaramazsak tek sorumlusu
kendimiz olacağız.
Geçmişle yüzleşip geleceğe yürümek
Diyasporada son yirmi-yirmibeş yılımızı kendimizi tanıma,
durumumuzu anlama ve ne istediğimizi tanımlama çabasıyla
geçiriyoruz. Başka bir deyişle, kendi kendimizle yüzleşiyoruz.
Ağır-aksak yürüyen bir süreç bu. Böyle olmasının pekçok nedeni
var elbet. Bana göre şu ikisi ağır basıyor:
1. Hamasete saplanıyoruz. Geçmişle ilintimizi asalet, nezaket
ve zarafet, kahramanlık ve şovalyelik, üstün kültür,
mükemmel khabze vb. hamaset dili üzerinden kuruyoruz.
Övünçlerimizle ve özlemlerimizle, Atlantis benzeri hayali bir
geçmiş dünya yaratıyoruz ve oraya sığınıyoruz. Bizi esir alan,
pasifize eden bir sanal dünya. Yüzleşmemiz geçmişle oyalanmaya
dönüşüyor. Mükemmel olma halinden gerçek-normal olma haline
dönemiyoruz. Oysa biz, hamasete ihtiyaç duymayacak kadar
değerliyiz ve bugünün dünyasında karşılığı olan pekçok gerçek
meziyete sahibiz. Yahu biz de herkes gibi gerçekiz, normaliz ve
bu dünyaya aitiz.
2. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyoruz. Geçmişi iyi
öğrenmeden fikirler oluşturuyoruz, hükümler çıkarıyoruz.
Yaşadığımız savaşın nedenlerini, seyrini ve sonuçlarını
etraflıca irdelemek yerine kaba bir şablonla, kendimize
Davudvari bir yücelik bahşederek, Rusyaya ise Golyatvari bir
kötülük atfederek tanımlıyoruz. Bu tanımlama ne yazık ki bugünkü
pozisyonumuzu da belirliyor: Golyata meydan oku, onu yen ve
geçmişi geri al
Bu o kadar iddialı, o kadar gerçekdışı ve o
kadar başa çıkılamaz bir pozisyon ki, daha telaffuz ederken
yenik düşüyoruz. Bu iddialı pozisyonun bize vadettiği tek şey,
büyük söz etme gururu ve huzurlu bir atalet..
Bu tarih okumamız kendimize hiç halel getirmeyen bir konfora
sahip. Şeyhlerimizin, mollalarımızın, feodal beylerimizin ve
Osmanlı sarayında-ordusunda terfi almış öncüllerimizin çıkarları
üzerine kurulu dünyamızı hiç sorgulamayan, buna gerek duymayan
acabasız bir rahatlık
Evet, özellikle bu iki husus geçmişle yüzleşmemizi
ağırlaştırıyor, ve doğru sonuçlar çıkarmamızı zorlaştırıyor.
Bunlara, bugün hala etkisi altında olduğumuz feodal nizamımızın
kısıtlayıcılığını, esastan çok usule önem veren yaşam
anlayışımızın tüketiciliğini ve dini-ideolojik bagajlarımızın
ağırlığını ekleyebiliriz.
İşte bu eksik ve aksaklar geleceğe deplase olmamızı, gerçekçi
gelecek tahayülleri oluşturmamızı güçleştiriyor. Elbet bunları
aşacağız. Ve elbet biz de, diğer toplumlar gibi, geçmiş
labirentinden çıkış yolu bulacağız. Doğru bir çıkış yolu
Basit bir yol haritası
Geçmişten çıkıp bugüne gelebildiğimiz ölçüde geleceği düşünmeye
ve ona dair planlar yapmaya başlayacağız. Yol haritaları
çıkarıp, buna uygun yapılanacağız. Ne yapmalı, nasıl yapmalı
üzerine, hepimizin bildiklerini burada bir kez daha
tekrarlayacağım:
1. Hedefi tanımlamak ve anlaşılır kılmak. Toplumun ekseriyetinin
benimsemediği ve katılmadığı hiçbir mücadele başarıya ulaşamaz.
Bunun için toplumsal-siyasal hedefin ne olduğunu iyi tanımlamak
ve anlaşılır kılmak gerek. Pekçok farklı hedefin dillendirildiği
büyük bir karmaşa yaşıyoruz: Diyaspora için ayrı anavatan için
ayrı olandan birlikte olana, anavatandaki mevcut siyasi yapılar
üzerinden gelecek inşaa etmekten bağımsız Çerkesya ya da
bağımsız Birleşik Kafkasya hedefine, khabza toplumu kurmaktan
Rusyadan kurtarılmış müslüman bir Kafkasya yaratmaya
pekçok
önerme uçuşuyor havada. Ne istediğimize karar vermeli, toplumun
inanacağı, ulaşılır bulacağı ve güven duyacağı ortak-güçlü bir
hedefi hakim kılmalıyız.
2. Örgütlenme paradigmasını ve modelini yenilemek. Hedefimiz ne
olursa olsun, buna ulaşmanın yolu ancak ve ancak doğru
örgütlenme ile mümkündür. Siyasetten kamu yönetimine, iş
dünyasından eğitim ve bilime, kültür ve sanattan medyaya
hayatın her alanında başarı kazanmış zengin bir insan
potansiyelimiz var. Herşeyin ötesinde, iyi eğitimli dinamik bir
gençliğe sahibiz. Lakin ne yazık ki bunların çoğu henüz
toplumsal mücadelemizin kapsama alanı dışındadır. Bunların bir
kısmı belki artık tamamen duymaz olmuştur, ama büyük kısmına
sesimiz ulaşamamaktadır. Mutlaka, sesimizi onlara ulaştıracak
güçlü frekanslar bulmalıyız.
Kaba bir tahminle, bugünkü örgütlenme yapımız potansiyelimizin
yüzde 10una bile tekabül edememektedir. Alan büyütmek için
örgütlenme paradigmamızı ve modelimizi mutlaka değiştirmeliyiz.
Geçmişe odaklı kültürel savunmacılıkdan çıkıp geleceği yaratma
iddiasına yükselmeliyiz. Halihazırda zayıf ve çok parçalı olan
örgütlülüğümüzü, benzeşenlerden başlayarak bütünleştirmeli, etki
ve kapsama alanını genişletmeliyiz. Tüm bunlar için etrafımızda
örnek alacağımız pekçok başarılı deneyim var.
3. Karar mercii oluşturmak. Bugün diyasporada en büyük zaafımız,
toplum için ve toplum adına vizyon belirleyecek, siyaset
geliştirecek, plan yapacak ve karar verecek bir yapının
olmamasıdır. Çok merkezimiz (derneğimiz, vakfımız,
federasyonumuz, platformumuz, insiyatif grubumuz vb.), çok
başkanımız, çok yöneticimiz, çok kanaat önderimiz var, ama bize
liderlik edecek, bizi geleceğe taşıyacak bir merciimiz yok.
Karanlık ve fırtınalı sularda kaptansız-kılavuzsuz-kurmaysız bir
haldeyiz. Elbet böyle gidemeyiz. En kabiliyetlilerimizin yer
alacağı bir kaptan köşkü oluşturmalı, sevabıyla-günahıyla bize
öncülük etmelerine yetki vermeli ve itimat etmeliyiz. Buna
diyaspora meclisi mi deriz, daimi kongre mi, ulusal konsey mi
deriz
Hepsi uyar.
4. Dönüşü önceliklendirmek. Anavatandan kopuk bir diyaspora
ayakta kalamaz. Diyasporada yapacağımız herşey kumdan kaledir,
kalıcı olamaz. Dönüşü mutlaka önceliklendirmeli ve
hızlandırmalıyız. Anavatana dönenlerimizin sayısı arttıkça hem
anavatan hem diyaspora güven ve dinamizm kazanıyor, toplumsal
bilinç ve duyarlılık yükseliyor. Abhazyaya dönmüş bulunan bin
kişinin bile nasıl olumlu çarpan etkisi yarattığını, hem orada
hem burada toplumsal duyarlılığı ve umudu nasıl yükseltiğini,
anadil öğrenmeye ve konuşmaya ne kadar büyük etki ettiğini
hepimiz görüyoruz. Bu sayı onbinlere çıktığında, sonuçları
muazzam olacaktır.
Artık dönüşü söylem olmaktan öte, planlı ve sistemli bir eyleme
dönüştürmeliyiz. Özellikle meslek ve bilgi sahibi gençleri
kapsayacak pilot çalışmalara yönelmeliyiz.
Örneğin, Abhazya artık, bu yıl şu şu alanlarda eğitim ve meslek
sahibi 300 kişiye iş ve geçim vadediyorum diyeceği türden pro-aktif
nokta çalışmalar yapabilir.
Örneğin Kaffed artık, bu yıl 50 ailenin anavatana gidişini ve
orada hayata tutunmasını sağlayacağım diyeceği türden
somut-pratik çalışmalar yapabilir.
Dönüş, en önemli sınavımızdır. Mücadelemizin nirengisidir.
Gelecek için istekliliğimizi, samimiyetimizi, kararlılığmızı ve
kabiliyetimizi sınıyacağımız yeganedir. Bunu başaramazsak,
kendimizi kandırmaktan ve oyalamaktan öte hiçbirşey başaramayız.
5. Diyaspora-anavatan birliğini gerçek kılmak. Diyaspora için
ayrı, anavatan için ayrı hedefler ve ulaşma yolları yoktur.
Gelecek hedefi ortaktır, ona aynı yoldan birlikte varacağız.
Bunun için iki tarafı bütünleyecek kurumsal ortak-daimi çalışma
(karar-yönetim-koordinasyon) organları oluşturmalıyız.
İlişkimizi, turistik ziyaretlerden ve protokol görüşmelerinden
çıkarıp iş yapan sahici bir ortaklığa dönüştürmeliyiz. Siyasi,
sosyal, kültürel, ekonomik ortak hedefler belirleyen, bunlar
için dönemsel planlar-programlar yapıp yürütülmesini sağlayan
bir yapıyı mutlaka oluşturmalıyız.
6. Çalışma alanlarını büyütmek ve çeşitlendirmek. Diyaspora ile
anavatan arasında hem nitelik hem nicelik bakımından henüz
başlangıç safhasında olan birlikte çalışma pratiğini hızla
geliştirmeli ve büyütmeliyiz. Siyaset-tarih-kültür-dil
alanlarında faaliyet gösterecek ortak enstitüler, düşünce
kuruluşları, okullar vb. kurmalı, folklöre hapsolan işbirliği
ufkumuzu genişletmeliyiz..
7. Girişimciliği teşvik etmek. Toplumsal yaşamın temelini
ekonomi, bu temeli oluşturan da girişimciliktir. Kafkasya her
bakımdan zengin bir ekonomik potansiyele sahiptir. Biz
beceremezsek başkaları faydalanacaktır. Buradaki iş imkanlarını
değerlendirmek ve geliştirmek, bölgeye sermaye-bilgi ve
teknoloji transferi sağlayacak girişimleri sistematik hale
getirmek üzere münhasır iş konseyleri ve benzeri ortak yapılar
oluşturmalıyız.
8. Kafkasyada birlik ve entegrasyon. Halihazırdaki
cumhuriyetlerimiz arasında (ilk etapta Abhazya, Adigey, Kabartay-Balkar
ve Karaçay-Çerkes olmak üzere), birliği güçlendirmek ve adım
adım entegrasyonu sağlamak üzere fikri ve fiili çalışmalar
yapmak, siyasi-ekonomik-kültürel işbirliği alanlarını
genişletmek, bu amaçla ortak kurumsal yapıları oluşturmak.
...Ve bunlara eklenebilecek daha pekçok şey.
Hepsini yapabiliriz, hepsini yapmalıyız. Neydi canalıcı
sözcüğümüz: İstiyorsak
İstiyorsak, ihtiyacımız olan herşey yanımızdadır ve yolumuz
açıktır.
-----------------------------
(*) KAFFED tarafından 13-14 Aralıkta Ankarada düzenlenen
Sürgünün 150.Yılında Çerkesler;Güncel ve Gelecek konferansı
konuşma metnidir.
KAYNAK : http://www.circassiancenter.com/
|