ALEKSANDR DUGİNE GÖRE 21. YÜZYILDA RUSYANIN AVRASYA
POLİTİKASI NASIL OLMALI?
1962 senesinde Moskovada doğan Aleksandr Dugin 1998-2004
arasında Duma başkanlığının stratejik ve jeopolitik sahasında
danışmanlığını yaptı. 2002-2003 senelerinde Avrasya Birliği
Partisinin liderliğini yapan Dugin, 2003 senesinde Uluslararası
Avrasya Hareketini kurdu. 2002den bu yana Izvestia,
Literaturnaya Gazeta, Vremya Novostey gibi ulusal yayın
organlarında köşe yazarlığı yapan Duginin çok sayıda makale,
kitap ve çevirisi bulunmaktadır. Dugin, SSCB sonrası dönemin en
etkin Rus düşünürü olarak kabul edilmektedir.
Dugine göre jeopolitik analiz, üç esaslı düzleme ayrılabilir.
Tarih, strateji, coğrafya ve dünya gerçekliğini iki tür
medeniyetin Kara ve Deniz medeniyetinin uyuşmazlığı olarak
nitelendiren disiplin jeopolitik diye isimlendirilmelidir. Bu
esaslı bir yaklaşımdır ve birtakım sorunların incelenmesinde
jeopolitik yöntemin daha ayrıntılı uygulanan tüm diğer biçimleri
bu ilkeden kaynaklanmaktadır.
Kara ve Deniz arasındaki tarihi mücadele, çağımızda
Atlantikçilik ve Avrasyacılığın zıtlığı biçimindeki son halini
almıştır. Bu, yalnızca Büyük Oyun değil, Çok Büyük Oyun
seviyesidir. Son tahlilde jeopolitik, medeniyetlerin zıtlığı
hakkında bir ilimdir. Dugin, medeniyetlerin zıtlığının küresel
yaklaşımdan başka bir tarafa sıyrıldığını ve süper ya da
büyük güçler kavramıyla ilgilendiğimizi ifade etmektedir.
Manevi yönelim ve coğrafi alanın imtizacını ön plana alan
medeniyet yaklaşımının aksine jeopolitiğin orta düzlemi, elle
tutulur politik türleriyle devletler veyahut bloklar gerçeği ile
hareket etmektedir. Medeniyetin itici kuvveti bu durumda, ilgili
politik, idari, ekonomik, stratejik, askeri kuruluşlarıyla
beraber gerçekte var olan ülkeler biçimini almaktadır. İlk
düzlemde Avrasyacı ve Atlantikçi kutuplardan bahsetmek çok doğru
bir yaklaşım iken, bu esnada belirli devletler mezkûr kutuplar
namına harekette bulunmaktadırlar. Asrımızda bu medeniyet
kutuplarının en yetkin temsilcileri Washington ve Moskovadır.
Chopardın Büyük Oyundan idrak ettiği şey de bu düzleme ait
bulunmaktadır. Yazısında da beynelmilel yaşamdaki kayda değer
hadiselerin öncelikle çatışmaların Anglo-Sakson dünyasının
(ABD) Rusya ile geleneksel mücadelesinin bir göstergesi gibi
deşifre edilmesi çok haklı bir biçimde önermektedir. Jeopolitik
süreçlerin daha da alttaki düzlemi Washington ve Moskova
güçlerinin doğrudan ihtilafıyla değil, münferit bölgesel
devletlerin özel menfaat mücadelesiyle karşılaştığımız zaman
başlamaktadır. Doğal olarak, bu sürtüşmelerin arka planında,
bölgesel sorunları kendi küresel planlarına alet eden büyük
güçler örtülü şekilde yer almaktadırlar. Fakat aynı esnada
bölgesel devletler de karşılıklı münasebetlerinde, küresel
jeopolitik süreçleri ortaya koyan ilkelere çok benzer olan
prensipleri sıklıkla temel almaktadırlar. Gerçek egemenliğe
ancak küresel çaptaki büyük güçlerin ya da stratejik blokların
sahip bulunduğu andan evvel bölgesel jeopolitik tam manasıyla
gerçek jeopolitik idi. Lakin zaman geçtikçe daha genel bir
çerçeveye bağımlı hale gelerek bağımsızlığını kaybetti.
Çok Büyük Oyun bakımından (medeniyet yaklaşımı) şu veyahut bu
medeniyet modelinin küresel egemenliği için elzem husus
Avrasyanın kıyı bölgesinin kontrol atında tutulmasıdır. Bu kıyı
bölgesinin en mühim bölümleri Batıda Avrupa, Güneyde Orta Doğu,
daha doğuda ise İran, Hindistan, Çin, Japonyadır (geniş manada
Pasifik havzası). Atlantikçiler (önce Londra, şimdilerde
Washington), tarihin coğrafi ekseninin Avrasyanın kutbunun
(asıl Rus toprakları) yer aldığı anakara içindeki alandan kıyı
bölgesini koparmayı arzu etmektedirler. Avrasyacılar ise bu
boğucu kuşatmayı yarmaya ve kıyı bölgesi kuvvetlerini kendi
stratejik ortakları haline getirmeye, bir başka deyişle bunları
kıtasal blok içerisine alma çabasındadırlar. Bu durumda, Avrasya
sıcak denizlere ulaşmış olur ve Atlantikçiliğe küresel ölçekte
karşı koyma yeteneğine sahip olur. Dahası, böylesi bir kıtasal
birleşme, Avrasyayı önceden ayrıcalıklı bir duruma getirmekte
ve Atlantikçi uygarlığın batışını kaçınılmaz hale sokmaktadır.
Böylelikle, Çok Büyük Oyun, Berlin (Avrupanın başkenti)
Moskova (Avrasyanın başkenti)- Tokyo (Pasifik havzasının
başkenti) ekseninin Rusya-İran ekseni ile beraber kurulmasından
ibarettir. Yardımcı eksen, Moskova-Delhidir. Eğer Türkiye ile
İran, Çinle Japonya, Almanyayla Fransa arasında bölgesel
düzlemde kökleşmiş tarihi çelişkiler bulunmasaydı, teorik olarak
buraya Rusya-Türkiye, Rusya-Çin ve Rusya-Fransa eksenlerinin de
dâhil olması olasıydı. Rusya-Almanya-Japonya-İran eksenine
hayatiyet kazandırma, tüm Avrasyacı stratejinin uzun vadeli
jeopolitik gerekliliğidir ve bu gereklilik ilgili devletlerin
maddi durumlarından bağımsızdır. İlkesel değerlendirmelere göre,
kıtasal ittifakın bu çeşit bir yapılandırması, en sağlam ve
mükemmel olandır. Eğer bunu hayata geçirme konusunda başarı
sağlanırsa, bu Karanın Deniz üzerinde radikal ve geri dönülemez
bir galibiyeti, dünyada Avrasyacı düzenin kurulması anlamına
gelecektir. Moskovanın Berlin (daha geniş manada, Avrupa) ve
Tokyo ( Pasifik mekânı) ile ittifakı tarihi anın rastlantısı
olarak adlandırılamaz, bu kaderdir. Ondan olabildiğince uzun
zaman kaçınmaya çalışmak olasıdır, ancak er veya geç kendi
etkisini tam olarak hissettirecektir. Bu jeopolitiğin en
Ortodoks, klasik türünün temel çıkarımıdır. Bu çıkarımı göz ardı
etmek, ancak bu ilmi tamamıyla tekzip etmekle olasıdır.
Mevcut şartlarda ne Tokyo, ne de Berlin kendi başlarına bir
jeopolitik çizgiyi yürütme yeteneğinde olup Washingtonun
iradesine boyun eğmek zorundadırlar. Çok Büyük Oyunda, bu iki
ülke Avrasyacı Blokta kendilerine yer bulabilirler (ve
bulmalıdırlar da), aksi takdirde Avrasya küresel zaferi
gerçekleşmeyecektir. Fakat mevcut şartlar altında bu iki
başkent, Çok Büyük Oyunda Washingtonun yardımcısı
konumundadırlar ve de başka seçenekleri de yoktur. Jeopolitik
çizgisi hem potansiyel, hem de gerçek anlamda müsait olan
biricik ülke İrandır. Rusya Federasyonu, bu ülke ile tüm
seviyelerde ve tüm sorunların halledilmesinde yakınlık peşinde
olmalıdır. Genelde ise Kremlinin Balkanlarda
(Sırbistan-Kosova), Asyada (Afganistan, BDTnin Asya ülkeleri),
Orta Doğuda (Irak) ve Uzak Doğuda (Kuzey Kore, Vietnam,
Moğolistan) somut politikasını uygularken ikili mantıkla hareket
etmesi elzemdir. Berlin ve Tokyonun gerçekteki ve apaçık
şekillerinin ayırdına varmak şarttır.
Buradan şu çıkarım yapılabilir: Kremlin, Washingtonun tamamen
anti-Rus karakterli jeopolitik girişimlerine karşılık verirken,
orta düzlemdeki Büyük Oyunda diğer tarafta yer almalarına karşın
er veya geç stratejik ortaklar olması gerekenler hususunda
anlayışlı bir tavır takınabilir. Kosova sorununda (daha evvel
Hırvatistan ve Bosnada olduğu gibi) Berlinin tutumu Kremlin
açısından hiçbir şart altında benimsenemez olsa da Avrasyacı
mantık Kremlini husumetin tüm yükünü sadece Washingtona
yöneltmeye mecbur bırakmaktadır.
Aynı hususlar, Rusya-Çin ekseni için söylenebilir. Son
zamanlarda Kremlin ve Pekin arasında jeopolitik pozisyonların
belirgin bir yakınlaşması gerçekten gözle görülür seviyededir.
Fakat bu, geçici ve uzun vadeli olmayan bir ittifaktır. Pekin
dünya pazarına, Atlantikçi jeopolitik sisteme uyumlu bir hale
gelmeyi yalnızca istemekle kalmayıp, buna (herhangi bir kıyı
devleti olarak) uyum gösterebilir de. Batılı ortaklarına göre
Kremlin ile daha sıkı ittifakla ve sosyalizme geri dönme
olasılığıyla şantajda bulunarak sadece belli ayrıcalıklı
koşullarda ısrarcı olmaktadır. Kremlin ne kadar çaba gösterse
de, tam kendi coğrafyasına göre Avrasyacılığın bir kutbu olarak
kalmaya mahkûm durumdadır. Atlantikçilik de bu esnada sıkı bir
karar vermeden daha çok iç kargaşaya delalet eden geçici, kısa
dönemli bir duraklama geçirmek zorundadır. Çünkü böyle bir karar
ne az ne çok, doğrudan ve kati olarak jeopolitik intihar
anlamına gelmektedir. Rusya-Çin aksı sağlam değil, koşulludur,
tarihen tesadüfidir. Bu o kadar birbirine zıt Birleşik
Devletler-Çin aksına Hiroşima ve Nagazakiden sonra
güvenilebilir ve uzun vadeli olabileceğini sadece dar görüşlüler
hesap edebilir belli bir seviyeye kadar irticalen verilen bir
yanıttır.
Chopard, Büyük Oyun makalesinde orta jeopolitik düzlemdeki
gerçek durumu resmetmektedir. Olayların bu tür gidişatını göz
önünde bulundurmak ve bunu dikkate almak şarttır. Fakat burada
orta düzlem jeopolitiğinin verilerini daha kapsamlı bir teorik
çerçeveye doğru yerleştirmeyi öğrenmek gereklidir. Avrasyacı
ekol, kendi aygıtı, yöntemi, tarihi, klasikleri vs. ile beraber
bir bilim olarak jeopolitiğin verilerini kendine rehber
edinmekte ve bu veriler bağlamında Avrasyanın kaderini
Kremlinin kaderiyle bir tutmaktadır. O halde, Avrasyanın
medeniyetsel hâkimiyetinin güçlenmesine, dolayısıyla, Rusyanın
özgürlüğü ve kudretli oluşuna, tarihi görevini zaferle yerine
getirmesine olanak sağlayan her şey makbuldür. Ona olanak
sağlayan her şey iyi, engelleyen her şey ise kötüdür.
Almanya-Rusya Federasyonu-Japonya-İran aksı, Avrasyanın
zaferinin nesnel garantisidir. Demek ki, asıl bu, mutlak
gerekliliktir; yoksa Almanlara, İranlılara ya da Japonlara
yönelik bir çeşit soyut sempati değildir. Aynı hususlar Japon,
Alman veyahut İranlı Avrasyacılar için söz konusudur. Onlar
jeopolitik mantığın farkında olarak her araca başvurmak
suretiyle Kremlin ile sıkı ittifaka girme arzusundadırlar.
Burada bir halk olarak Rusyaya özel bir sempati duymalarına
gerek yoktur. Dugin, kıtaların büyük savaşının, insan duyularına
ve korkularına uygun olmayacak kadar derin ve ciddi ölçekte
seyrettiğinin altını çizmektedir.
SSCB sonrası dönemin en etkin Rus düşünürü olarak kabul edilen
ve Avrasyacı yaklaşımın fikir babalarından birisi olarak kabul
edilen Aleksandr Dugine göre Hazar petrolü ve bu çerçevede
petrol boru hatları çok elzem jeopolitik manaya haiz
durumdadır.[1] Beyaz Sarayın stratejik planları, Hazarın
Karadenizin Türk kıyısıyla birleştiren bir jeopolitik kuşak
oluşturmaktan ibarettir. Mevzubahis kuşak, Moskova ve Tahranın
hâkimiyetinde bulunmamalıdır. Bu, Ankaranın ya da doğrudan
Washingtonun etkisi altında bulunan bir Kafkas Devletinin ya
da birkaç devletin kurulmasını gerekli kılmaktadır. Bu ise
Bakünün etnik alamet çerçevesinde Ankaranın nüfuz alanına daha
fazla çekilmesi anlamına gelmektedir. Tiflis, politik eliti ve
Şevardnadzenin Batı yanlısı klanı kanalıyla; öteki Kafkas
halkları ise, Riyada eklemli Vehhabi İslamının yayılması
aracılığıyla bu projenin içine alınmalıdır.
Boru hattının ya da boru hatlarının tesis edilmesi, bu durumda
Hazar-Karadeniz kuşağının Kremlinin etki alanından
çıkarılmasını zorunlu hale getirmektedir. Beyaz Sarayın çok
hayati jeopolitik amaçlarından birisi de budur. Çünkü dünya
petrol kaynaklarının belirgin bir biçimde sınırlı olmasından
ötürü, Washington, petrolü ve bunun gelişmiş ülkelere aktarımını
kontrol altında tutmak suretiyle dünya hegemonyasını sürdürme
konusunda başarılı olmaktadır. SSCB, Kuzey Avrasyadaki
kaynakları geliştirme yönünde tercihini kullandığından Hazar
petrolüne özel ehemmiyet vermemiştir. Bu kapsamda da,
Atlantikçilik ile Avrasyacılığın küresel mücadelesinin stratejik
amacı mevcut durumda Hazar ve Hazar-Karadeniz alanı üzerinde
kontrol tesis etmektir.
Dugine göre tüm Kafkas bölgesinin jeopolitik durumunun genel
karakteri, Moskovaya kendi stratejisinin sınırlarını
oluşturmaya zorlamaktadır. Bu stratejinin en önde gelen şartı,
bu bölgede Beyaz Sarayın ve uydularının planlarına, bir başka
deyişle Atlantikçi olarak adlandırılabilecek tüm projelere ve
eğilimlere karşı hareket etme gerekliliğidir. Bu koşul, en
başköşede bulunmalıdır. Atlantikçiliğe yalnızca yüz yüze değil,
onunla ortak barış sağlama girişimleri görüntüsü altında
yapmacık işbirliği gerçekleştirerek de karşı gelinmelidir. Bu
koşuldan hareketle Moskova Kafkaslardaki mevzilerini
güçlendirmelidir. Özellikle, Sovyet döneminden mekaniksel olarak
kalandan daha ziyade, yeni güç çizgilerine göre meydana gelen
Kremlin yanlısı eğilimler göz önüne alınmalıdır. Bu çerçevede,
ileriyi önceden görmek ve bölgelerin Kremline doğrudan
bağımlılığının siyasi olarak olası ortadan kalkışının ertesinde
merkezcil fonksiyonu teşkil edecek faktörlerin hesabı
yapılmalıdır. Bunun en iyi örneği, belirgin bir Rus düşmanlığı
ve ayrılıkçılık döneminin ertesinde Moskova taraftarı jeopolitik
eğilime (bu, aynı zamanda Ermeni politikasının tarihi
sabitesidir) geri dönen Erivandır.
Temel anlaşmazlık alanlarından birinin petrol olmasından dolayı
Kremlinin Tahranla politik ve stratejik bir pakt akdetmesi
gereklidir. Buna göre, her iki ülke, Ankaranın, Vehhabilikin
ya da doğrudan Beyaz Sarayın güçlü nüfuza sahip olduğu Kafkasya
bölgelerinin istikrarsızlaştırılmasına ve aksine Tahran ve
Moskovanın kuvvetli pozisyonları bulunan bölgeleri ise
istikrarlı bir hale getirilmesi hususunda yardımcı olacaktır.
Boru hattı rotasının Moskova ve Tahran seçeneklerinin, bunun
Kremlin ve Tahrana (uzun dönemli perspektifte) dost jeopolitik
oluşumlardan geçirilmesi önceliği ile desteklenmesi şarttır.
Yukarıda bahsedilenler çerçevesinde birtakım analizler yapmak
mümkündür. 1991 senesinde SSCBnin dağılmasından 2000 yılına
kadar olan dönemde Rusya sarsıntılı bir süreç geçirmiştir.
Bocalamaların yaşandığı bu dönemde Rusya Federasyonunun 20.
yüzyılın son 10 yıllık döneminde ve 21. yüzyılda hangi dış
politikayı takip edeceği konusunda çeşitli tartışmalar
yaşanmıştır. Avrasyacılık burada en önde gelen düşünce
akımlarından birisini oluşturmaktadır. Avrasya bölgesinin Rusya
Federasyonu için hayati derecede önemli olduğunu ve Kremlinin
bu bölgede Atlantikçi akıma karşı uyanık olması ve üstünlük
sağlaması için birtakım politikalar geliştirilmesi bu düşüncenin
temelini oluşturmuştur.
2000 senesinde Boris Yeltsinin Vladimir Putinin Rusya
Federasyonu devlet başkanı seçilmesi ile beraber Rusya
toparlanma emareleri göstermeye başlamıştır. Takip ettiği
merkeziyetçi politika sayesinde içeride düzeni yeniden tesis
eden Putin, dış politikada birtakım araçlardan daha etkili bir
biçimde yararlanmaya başlamıştır. Bu araçlardan en önemlisi
Rusya Federasyonunun sahip olduğu muazzam büyüklükteki petrol
ve doğal gaz kaynaklarıdır. Bu kaynakların çıkarılması,
üretilmesi ve satılması konusunda bölgede ve dünya ölçeğinde bir
tekel olmayı dış politikasının temel hedeflerinden birisi haline
getirmiştir. Zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip
Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan gibi Orta Asya ülkeleri ve
Azerbaycan gibi Güney Kafkasya ülkeleriyle her alandaki yakın
ilişkilerini sürdürmeye devam etmektedir. Bu ülkeler,
ellerindeki hidrokarbon kaynaklarını dış pazarlara satma
konusunda sıkıntılar yaşamaktadırlar. Söz konusu ülkeler, denize
çıkış konusunda sorunlar yaşadıklarından dolayı kaynaklarını dış
pazarlara ihraç etme konusunda büyük ölçüde Rusyaya
bağımlıdırlar.
Rusyaya alternatif olarak ABD ve AB tarafından birçok boru
hatları projeleri geliştirilmektedir. Bunlar arasında
Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum
Doğal Gaz Boru Hattı, TANAP ve Nabucco Batı gibi petrol ve doğal
gaz boru hattı projeleri yer almaktadır. Fakat Kremlin bunlara
karşı boş durmamakta ve Gazprom kanalıyla Kuzey Akım, Güney Akım
gibi projeler geliştirerek ki bu projelerin çoğunluğunu
böl-yönet stratejisi çerçevesinde ABnin büyük enerji
şirketleriyle gerçekleştirmektedir. Astana, Aşkabat ve Taşkent
ve de Baküyle yeni petrol ve doğal gaz alım-satım anlaşmaları
imzalayarak ve var olan boru hatlarını geliştirmek suretiyle
kendisine alternatif olarak geliştirilen ve geliştirebilecek
projelerin önlerine engeller koymaktadır. Bu çerçevede,
Avrasyacılığın petrolle ilgili bölümünde Dugin tarafından ortaya
konulan önerileri hayata geçirme konusunda başarı elde etmeye
devam etmektedir. İran, Hindistan ve Çin ile bu alanda olduğu
gibi diğer alanlarda da ilişkileri gün geçtikçe geliştirmeyi
sürdürmektedir. Tahran, Pekin ve Yeni Delhi ile özellikle enerji
ve silah satışı gerçekleştirmek suretiyle yakın temas
halindedir. Çinin Batı pazarlarına eklemlenmeyi kendisi için
daha uygun görebileceğinden dolayı bu konjonktürel gelişmelerden
rahatlıkla etkilenme potansiyeline sahiptir. İranın
geliştirmekte olduğu nükleer programına Atlantikçi cephe
tarafından karşı çıkılması ve bu programın engellenmesi için
silahlı müdahale dâhil her seçeneğin kullanabileceğinin sürekli
tekrarlanması Kremlinin hoşuna giden bir durum değildir.
Rusyanın bu bölgede etkinliği halen devam ettirdiğinin bir
başka göstergesi 2008deki Gürcistan Savaşıdır. Bu savaş
esnasında gücünü göstererek Abhazya ve Güney Osetyayı
Gürcistanın elinden alarak ve bu iki özerk bölgenin
bağımsızlığını tanıyarak, Rusya adeta ben hala bu bölgede
varım demektedir. Ayrıca bunun o bölgede kendisinden bağımsız
petrol ve doğal gaz hatları projeleri gerçekleştiren ülkelere
yönelik bir uyarı ve gözdağı olduğu çok açıktır. Rusya,
Suriyeye yönelik politikasını Avrasyacılıktan bağımsız düşünmek
mümkün değildir. Orta Doğudaki tek deniz üssünün bulunduğu
ülkede hâkimiyetini kaybetmek istemeyen Kremlin, olabildiğince
Şamdaki Esad rejiminin arkasında durmaya yönelik politikasını
sürdürecektir.
Sonuç olarak, Avrasyanın Rusya Federasyonu için elzem bir bölge
olduğunu savunan ve Rusyanın bu bölgedeki Atlantikçi temelli
projelere karşı dikkatli politikalar takip etmesini savunan bu
anlayışın önümüzdeki yıllarda da Moskovada en önemli dış
politika stratejilerinden birisi olarak gündemde olmaya devam
edeceği rahatlıkla söylenebilir.
Sina KISACIK
KAYNAKLAR
1. Aleksandr Dugin. Rus
Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım. Çev. Vügar İmanov. Küre
Yayınları, 2010, Altıncı Basım. İlgili Bölüm: Çağdaş Rusyanın
Jeopolitik Öncelikleri başlığı altında Avrasya Herşeyden
Üstündür. Sayfa Aralığı: 341-347.
[1] Aleksandr Dugin, Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım, Çev:
Vügar İmanov (İstanbul: Küre Yayınları, 2010), Altıncı Basım, ss.
372-373.
kaynak : http://politikaakademisi.org/ |