VEDAT ÖZDAN
Dünya ekonomisi
neden durgunluktan kurtulamıyor?
Durgunluktan çıkmak için konvansiyonel iktisat teorisi
harcamaları artırmak lazım diyor. Ama devletler borç stoklarını
ve bütçe açıklarını azaltmak için harcamalarını kısmak ve vergi
toplamak zorundalar. Hane halkını ve şirketleri harcama yapmaya
teşvik etmek için merkez bankaları para basıyor. Para bol olunca
faiz oranları düşer ve harcamalar artar varsayılıyor. Ama bol
para ve sıfıra yakın faiz oranlarına rağmen ne hane halkı
yeterince tüketim harcaması, ne de şirketler yeterince yatırım
harcaması yapıyor!
Sürekli durgunluk kavramı sıfıra yakın faiz oranlarına rağmen
sıfır ya da sıfıra yakın büyüme oranlarıyla sık sık
karşılaşacağımızı ifade ediyor.
Neden hane halkı ve şirketler yeterince harcama yapmıyor?
Konuyu sürekli durgunluk perspektifinden açıklayabilmek için
biraz doğal faiz oranı kavramını açmak gerekiyor.
Kısa dönem doğal faiz oranı, tam istihdamda geçerli olan ve
temerrüd riski beklentisi içermeyen kısa dönem reel faiz
oranıdır.
Ekonomik büyüme yavaşlayınca doğal faiz oranı düşüyor. Doğal
faiz oranının düşmesi diğer tüm reel ve nominal faiz oranlarının
düşmesine yol açıyor. Büyüme beklentisi düşünce, beklenen
enflasyon da düşüyor. Daha az gelir ve daha düşük enflasyon
beklentisi, hane halkını daha az tüketim harcaması yapmaya,
şirketleriyse daha az yatırım harcaması yapmaya sevkediyor.
Sürekli durgunluğun gerekçesi ve durgunluktan çıkışla ilgli
tartışmalarda mevzu, çoğu zaman Wicksele kadar uzanıyor. Johan
Gustaf Knut Wicksell (1851 1926) Keynesi de etkilemiş olan
İsveçli bir iktisatçıdır.
Wickselin parasal faiz oranı ve doğal faiz oranı kavramları
günümüze adapte edilerek şu söyleniyor: Şayet doğal faiz oranı
parasal faiz oranından yüksekse, ne hane halkı tüketim harcaması
yapar, ne de şirketler yatırım harcaması yapar. Parasal faiz
oranını daha fazla aşağıya çekmek, konvansiyonel iktisatın
varsaydığı gibi tüketim ve yatırım harcamalarını artırmak
suretiyle büyümeyi artırmıyor.
Parasal faiz oranı, güncel ve pratik anlamda merkez bankalarının
politika faiz oranıyla oynamak suretiyle etkilemeye
çalıştıkları kredi faiz oranlarını; doğal faiz oranı ise
şirketlerin ortalama öz sermaye karlılık oranını ifade ediyor
diyebiliriz.
Şurası açık ki, uluslararası şirketler yatırım yapmak yerine
nakdi elde tutmayı tercih ediyorlar. Çünkü riskten kaçınan bir
şirket için yatırımın kısa dönemde beklenen getirisi, nakit ve
nakit benzeri varlıklarda kalmanın maliyetinden daha düşük.
Appleın Kasım 2014 itibariyle bilançosunda 155 milyar dolar
nakit ve benzeri varlık olduğunu hatırlatalım. Gerçi bunun
önemli bir nedeni vergiden kaçınmak. (Hem AB, hem de G20
bünyesinde vergiden kaçınma, vergi cennetleri ve kişiye özel
vergisel düzenleme meselelerinin bu kadar konuşulmasının en
önemli nedeni, vergi nakit tutma büyüme ilişkisidir. Konuya
daha fazla ilgi duyanlar, G20 Avusturalya zirvesinde de destek
gören OECD küresel kurumlar vergisi önerilerine bakabilir.
ABDli şirketlerin merkezlerini İrlandaya taşıyarak nasıl
vergiden kaçındıklarını 'Double Irish Dutch Sandwich' şeması,
OECD çalışmasını OECD/G20 Base Erosion and Profit Shifting
Project aracılığıyla öğrenebilirler. Ya da Emrah Akın bu
meseleleri güzelce özetleyen yazılar yazar.)
Peki sürekli durgunluk kavramını tekrar moda haline getiren
Larry Summers ne diyor?
Larry Summers geçen şubatta yaptığı bir konuşmada mealen şunları
söylemişti:
1) ABD ve diğer sanayileşmiş ülkeler şu anda birbirlerine bağlı
haldeler ve bu ülkelerde yeterli büyümeyi, kapasite kullanımını
ve finansal istikrarı aynı anda başarmak mümkün görünmüyor. 2)
Bunun muhtemel nedeni denge veya doğal faiz oranındaki çok hızlı
düşüş olabilir. 3) Bu sorunlarla başedebilmek, geleneksel aklın
gösterdiği politikalardan farklı bir yaklaşım gerektiriyor. (1)
Geçen ekim ayında Financial Timesda yazdığı yazıdaysa mealen
şunu söylemişti:
Eşitsizliği artırmak, sermaye maliyetini düşürmek, nüfus
artışını yavaşlatmak, rezerv biriktirmek ve finansal aracılık
maliyetlerini artırmak türü, doğal faiz oranını düşürmeye
yarayan faktörler veriyken, şunu söylemek mümkün: Amerika
ekonomisi, finansal istikrarı sağlayan faiz oranında, şu anda
olduğundan yüzde 10 daha fazla çıktı talep edebilecek durumda
değil. Bu nedenle talep taraflı sürekli durgunluk önemli bir
ekonomik sorun. Ancak, Robert J Gordonun çalışmasında görüldüğü
gibi, talep yaratmayı kısıtlayan faktörlerden önce ekonomiyi
tekrar rayına oturtacak arz taraflı engeller olabilir. Meseleye
iki taraflı bakınca işin ne kadar zor olduğu daha iyi
görülüyor...
Ekonominin arz potansiyeli, 2007 yılına kadar süren trende
kıyasla neden aniden düştü? Önümüzdeki yıllarda bu mesele
konuşulacak. Bunun bir nedeni, son ekonomik zayıflıkların
ekonominin gelecek potansiyeline zarar verici etkisi olabilir.
Diğer bir neden, kadınların işgücüne artan katılım oranı
trendinin ve giderek daha eğitimli hale gelen işgücünden elde
edilen verimlilik kazançlarının sonuna gelinmesi gibi, yaşlanan
nüfusun olumsuz demograifk etkileri olabilir. Ölçülen
verimlilikteki bariz yavaşlama da bir başka neden olabilir. (2)
Yeni bir teknolojik değişim olmadan sürekli durgunluktan
çıkılamayacak mı?
Bir görüşe göre bilgi ve iletişim teknolojilerindeki son değişim
2000li yıllarda dünya ekonomisinde önemli bir büyüme ivmesi
sağladı. Bütün büyük buluşlar yapıldı ve artık teknolojik
değişim hızını artırmak mümkün değil.
Son teknolojik değişim, Doğu Bloku ve Çinin piyasa ekonomisine
dayalı kapitalist düzene entegrasyonu nedeniyle belli bir refah
artışı yaşandı. Çin ekonomisi bu dönemde peş peşe yüzde 10
düzeyinde büyüme oranıyla dünya ekonomisinin motoru
durumundaydı. Çinde büyüme oranı artık eskisi kadar yüksek
değil. Büyüme oranı yüzde 7ler düzeyine inen Çin, eskisi gibi
dahilde işleme yoluyla büyümüyor, artık birçok üründe doğrudan
üretici ve ihracatçı oldu. Yani kriz öncesi dönemdeki
uluslararası işbölümü değişti. Bu nedenle dünya ekonomisi
Çindeki ucuz işgücü ve yeni teknolojik ürünler nedeniyle kolay
yoldan katma değer yaratamaz oldu.
Sürekli durgunluğun asıl nedeni yaşlanan nüfus mu?
Almanya ve Japonyada çalışma yaşındaki nüfus on yıldan daha
uzun bir süredir azalıyor ve azalma hızının önümüzdeki on
yıllarda artması bekleniyor. Birleşik Krallıkta önümüzdeki on
yılda nüfus artışı beklenmiyor. ABDde ise sadece binde 3 artış
bekleniyor. (3)
Önümüzdeki on yılda 65 yaş ve üzeri nüfus, 5 yaş ve altı
nüfustan daha fazla olacak!
Yaşlanan nüfus, işgücü arzının azalması demek. Diğer koşullar
veriyken işgücünün artış hızında yarım puanluk bir düşüş
ekonomik büyümenin aynı oranda düşmesi demektir. (4)
Aşağıdaki şekilde ABD, AB, Japonya, Birleşik Krallık ve Çinde
çalışma çağındaki nüfusun nasıl azalmakta olduğu görülüyor.
Yaşlanan nüfus, emeklilik dönemlerinde hayatlarını finanse etmek
için daha fazla insanın tasarruf etmesi ve daha fazla genç
işsizliği demek. Bu da tüketim harcamalarının azalması ve daha
az büyüme demek.
Yoksa reel ücretlerdeki düşüş de önemli bir etken mi?
Bir görüşe göre 2008 krizinin yol açtığı hasar çok uzun sürdü ve
kalıcı hale geldi. Bu nedenle birçok insan tekrar iş bulma
ümidini kaybetti. O nedenle para basarak (parasal) faiz
oranlarını düşürmek toplam talebi artırmıyor.
Bir başka görüşe göre ekonomik durgunluğun asıl nedeni, toplam
verimliliğin ekonomik büyümeden daha hızlı oranda artması. Bu
nedenle hem mal, hem de hizmet sektöründe daha az çalışana
ihtiyaç duyulur hale gelindi. Daha az çalışan demek, daha az
tüketim harcaması demek.
OECDye göre Birleşik Krallıkta 19912012 arasında reel
ücretlerde ortalama yıllık artış oranı yüzde 1.5, ABDde yüzde
1. Aynı dönemde bu iki ülkedeki reel ücret artış oranı ekonomik
büyüme oranından daha düşük. Daha kötü ülkeler de var! 1992-2012
arasında Almanyada söz konusu oran yüzde 0.6. İtalya ve
Japonyada neredeyse reel ücretler hiç artmamış! (3)
Reel ücretlerin artmamasının temel nedeni teknolojik değişim ve
bunun beslediği işini kaybetme korkusu deniliyor.
2013 yılında Oxford Üniversitesinden Carl Benedikt Frey ve
Michael Osborne, ABDde 700 farklı meslekte işin ne kadar
kolayca otomasyona dönüşme potansiyeli taşıdığını analiz
ettikleri çalışmalarında şu sonuca varmışlar: ABD'de istihdamın
yüzde 47si önümüzdeki yıllarda işlerin otomize olması nedeniyle
yüksek risk grubunda. (Aynı yerde)
Peki ya gelir dağılımındaki eşitsizlik?
Pavlina R. Tcherneva ve Bard Collegea göre durgunlukla mücadele
için uygulanan konvansiyonel maliye ve para politikaları
eşitsizliği artırıyor. (5)
Aşağıdaki şekilde mavi renk, toplam istihdam içinde düşük ve
orta ücretli mesleklerin bir önceki yıla göre artış hızını,
kırmızı renk ise yüksek ücretli mesleklerin artış hızını
gösteriyor.
Çalışmaya göre 2008 krizinden sonra durgunluktan çıkmak için
yapılan ve hâlen devam eden devlet harcamaları, özel sektörde
daha yüksek ücret ödenen mesleklerin istihdamını teşvik ediyor.
Aşağıdaki şekilde mavi ve kırmızı barlar ekonomik genişleme
dönemlerinde ortalama gelir büyümesi dağılımını, sırasıyla en
alttaki yüzde 90luk gurup ve en üstteki yüzde 10luk grup
itibariyle gösteriyor. (Aynı yerde)
1950 1953 arasında ortalama gelir büyümesinin neredeyse
tamamını yüzde 90luk grup alırken 2001 2007 döneminde sadece
yüzde 2sini alıyor. Aynı dönemde ortalama gelir büyümesinin
yüzde 98ini en üst gelir grubundaki yüzde 10 alıyor.
Pavlina R. Tcherneva ve Bard Collegea göre 1980 sonrası gelir
dağılımında yüzde 90a tekabül eden grup, gelirden daha az pay
almaya başlamış, ama tüketmeye devam etmiş. 2008 krizi de bu
nedenle çıkmış.
Özetle gelir dağılımında eşitsizliğin artması da sürekli
durgunluğun nedenlerinden birisi.
İyisi, bu yazıyı burada noktalayalım.
Bu akşam Bloomberg TVde Günden Kalanlar programında Aslı
Şafakla saat 17:30dan itibaren 1 saat boyunca bu meseleleri
tartışacağız. Meraklı T24 okurunu bekleriz.
KAYNAK :http://t24.com.tr/
|