|
KAFKAS İŞADAMLARI DERNEĞİ |
|
SINIF, KİMLİK, SİYASET
Bülent FORTA
|
|
Yazının başlığında biraraya gelen üç kelimenin her biri; üstüne uzun
tartışmalar yürütülen, ciltler dolusu kitaplara konu olan kavramlar.
Sınıf gerçeği neredeyse insanlık tarihi kadar eski; kimlik ise
tarihsel bir kategori olarak etnik aidiyet, cinsel farklılık vb.
üzerinden tanımlanıyor. Siyaset ise çok geniş tanımları olan modern
toplumların yöneten/yönetilen ayrımı üzerinde anlamını bulan çok
önemli bir kavram.
Elbette bir gazete yazısında bu üç kavramı bu üç kavramın birbiriyle
ilişkisini derinlemesine ele almak mümkün değil; sadece Kemal
Kılıçdaroğlunun CHP Genel Başkanlığına seçilmesinden sonra
partinin yöneldiği siyasal hattın kimlik sorununu es geçtiği;
sınıfsal konulara vurgu yaptığını dile getiren eleştiriler
karşısında bir çerçeve sunmakla yetineceğim.
Kimlik siyaseti nitelemesi genellikle etnik ya da dinsel kimlikler
üzerinden; sadece o kimliğe sahip olanları birleştirmek için yapılan
siyaseti tanımlıyor. Özellikle Kürt kimliği üzerinden siyaset
yapılması başlı başına bir eleştiri konusu. HADEP, DEHAP, BDP vb.
partiler zaman zaman bu eleştirilerin etkisiyle Türkiye Partisi
olma çabalarına girişiyorlar. Kürtlerin kimlik taleplerinin
taşıyıcısı olma aslında bu partilerin ana misyonu. Sebep-sonuç
ilişkisi doğru kurulduğunda Kürt partileri Kürt sorununun yaratıcısı
değiller, tam tersine Kürt sorununun varlığı siyasal alanda
yansımasını Kürt partisi olarak buluyor. AKP
gibi bütün bölgelerden oy alan merkez partilerinin toplumsal
talepleri içermek için yaptığı politik hamleler ister istemez
kimlik sorunlarını gözetmek zorunda. Kürt açılımı, Alevi açılımı
türünden politikaların toplumsal temelleri var. AKPnin bu
sorunları, gerçek sahiplerinin toplumsal talepleri olarak algılamak
yerine bu talepleri kendi içine taşıması hem sorunların çözümünü
imkânsız kılıyor hem de gerçek demokratik taleplerin içinin
boşaltılmasına yol açıyor.
Sol-sosyal demokrat bir partinin siyaset yelpazesinde var olmaması
nedeniyle gerçek toplumsal hayattaki çeşitliliğin, farklı taleplerin
demokrasi içinde konumlandırılması yerine çözümün merkezde
aranması yoluna gidildikçe de totaliter bir siyaset egemen hale
geliyor.
Üstelik yükselen yeni bir sermaye sınıfının temsilcisi olan AKP
sadece kimlik taleplerini değil aynı zamanda ezilenlerin sınıfsal
taleplerinin temsilcisi gibi davranma rahatlığını sınıfsal talepleri
temsil eden bir muhalefetin yokluğunda sürdürebiliyor.
Kılıçdaroğlu tarafından söylemsel düzlemde olsa da yoksulluk
temasıyla öne çıkan sınıfsal eleştiriler ve yine yolsuzluk
temasıyla öne çıkan iktidar eliyle zenginleşmeye dönük eleştiriler
siyasal diziliş üzerinde doğrudan bir etki yapıyor. Aslında bu
eleştirilerin gerisinde yatan felsefe solun birçok kesimi açısından
tanıdık. Solun büyükçe bir kesimi de kimlik sorunu üzerinden
yapılan siyaset yerine sınıfsal temelleri olan bir muhalefet
çizgisine kendini daha yakın hissediyor.
Duvarın yıkılışının ardından sosyalizmin tarihsel bir döneminin
geride kalması, sol siyasette kimlik sorunlarının önemli bir
tartışma konusu haline gelmesine yol açtı. 12 Eylül döneminde
yaşadığı yenilgiye duvarın yıkılmasından sonra açığa çıkan
sosyalizmin yenilgisi eklenince, sol teori bu yeni dönemde etnik,
cinsel, dini vb. kimlik sorunlarıyla sınıf gerçeğini nasıl biraraya
getireceği noktasında oldukça zorlandı. Tek tek sola, sosyalizme
gönül vermiş insanlar bile kendi etnik ya da dinsel kimliklerini bu
dönemde keşfettiler. Sosyalizmin bir egemen teori olarak kimlik
sorunlarının üstünü örttüğü durum bu tarihsel dönemde değişime
uğradı.
Dolayısıyla kimlik sorunları yerine sınıf üzerinden siyaset
yapmak solun tarihsel belleği açısından kolay karşılık bulan bir
felsefi temel üzerinde yükseliyor. Özellikle son dönemde
liberallerin kimlik üzerinden tanımladıkları bir demokrasi
perspektifiyle AKPnin siyasal hattına destek olmaları da solun bir
alanda düşünsel üstünlüğünü kaybetmesine yol açtı. Oysa
bu ideolojik alanın eski sol teorinin içinde kalınarak
çözümlenebilmesi mümkün değil. Kimlik sorunları gerçek bir toplumsal
talep olarak ortada duruyor. Üstelik sınıf çelişkileri de
kapitalizmin geldiği aşamada 19. yüzyılda olduğundan çok daha
karmaşık bir toplumsal gerçek olarak ortada duruyor. Sol teori
kimlik ve sınıf sorununu içinde bulunduğumuz tarihsel durumun
özelliklerinden hareketle yeniden teorik temellerine oturtmak
zorunda, teorinin yol göstericiliğine mutlaka bir toplumsal pratik
yani siyaset eşlik etmek zorunda.
Aslında çözüm her iki alanda da indirgemeciliğin reddedilmesine
bağlı. Ne kimlik taleplerini yok sayan bir sınıf vurgusu, ne de
sınıfların ortadan kalktığı palavrasına inanıp kimlik sorunları
üzerinden siyaset yapılması sol politikanın yönelimi olabilir. Bu
ülkenin ezilen yoksul insanları aynı zamanda Kürt olmak, Alevi
olmak, kadın olmak gibi aidiyetlere sahipler. Dolayısıyla sınıf
politikası bu kimlikler nedeniyle farklı ezilme biçimlerini yaşayan
insanların kimlik taleplerini görmezden gelemez.
Zenginliğin kimlik taleplerini ortadan kaldıracağı; kalkınma ve
ekonomik gelişmişliğin bu sorunların çözümünü sağlayacağı çağımızın
gerçekleriyle çelişmektedir. Eğer bu bakış açısı gerçek olsaydı
örneğin İspanyanın en zengin bölgesi Bask açısından bir etnik sorun
yaşanmazdı ya da eski Sovyetler Birliği sınırları içinde onlarca
devlet kurulmaz, Balkanlarda farklı gelişmeler yaşanmazdı. Bırakın sosyal demokrat bir partinin sınıflar mücadelesine ne kadar taraf olacağını, farklı kimliklerin ve farklı ezilme biçimlerinin demokratik haklarını savunmadan solculuk yapılabileceği kocaman bir soru işaretidir. Başlığa geri dönersek solun önünde sınıf kimlik siyaset üçlüsü bir muhalefet perspektifi olarak hâlâ önemini koruyor.
|
|
KAFİAD uğur mumcu'nun sokaği 20-5 g.o.p. ankara Tel : + 90(312) 447 49 70 Fax : + 90(312) 446 99 12 |
|