TÜSİAD Yönetim
Kurulu Başkanı Haluk Dinçer'in Yüksek İstişare Konseyi
Toplantısı Açılış Konuşması - İstanbul
Sayın Cumhurbaşkanım, Sayın Başkan, Sayın Divan, Değerli Üyeler,
Saygıdeğer Konuklar ve Değerli Basın Mensupları,
Yönetim Kurulu Başkanı sıfatıyla ilk kez bir Yüksek İstişare
Konseyi Toplantısında huzurlarınızda olmaktan mutluluk
duyuyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımızın toplantımıza katılım nezaketi
göstermesi dolayısıyla kendilerine Yönetim Kurulu adına en içten
teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Bu vesileyle, yeni Cumhurbaşkanımızı iş dünyamız adına bir kez
daha kutluyor, kendilerine bu onurlu görevde başarılar
diliyoruz.
Yine bu vesileyle, Sayın Davutoğlu liderliğinde kurulan 62.
Hükümete de başarı dileklerimizi sunmak istiyoruz.
TÜSİAD, iş dünyasındaki temsil yeteneğinden dolayı, Türkiyede
kalkınma sürecinin önemli bir taşıyıcı unsurudur; memnuniyetle
ifade etmek isterim ki, bu salonda bulunan iş insanları
Türkiyedeki üretimin, katma değerin, dış ticaretin ve vergi
gelirlerinin kayda değer bir bölümünü sağlamaktadırlar.
Bu sorumluluğun bir gereği olarak, Yüksek İstişare Konseyi
Toplantılarında, iş dünyası adına, küresel gelişmeleri
değerlendiriyor, Türkiyedeki kalkınma başlıklarını, iş ve
yatırım ortamı gelişmelerini ve bunlara temel oluşturacak
demokratik standartların gelişimiyle ilgili
değerlendirmelerimizi, üyelerimizle ve kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Bugünkü toplantımızda da bu görev çerçevesinde, belirttiğim
başlıkları kısaca değerlendireceğim, tespit ve beklentilerimizi
sizlerle paylaşacağım.
Bugün Türkiye Cumhuriyetinin 62. Hükümeti görevdedir.
TÜSİAD olarak parti gözetmeksizin, hükümetlerle sadece
politikalar bağlamında yakın çalışmaya ve oluşturduğumuz
görüşleri sunmaya her zaman özen göstermişizdir. Bugün de
değerlendirmelerimi bu anlayışla gerçekleştireceğim.
Değerlendirmelerime, öncelikle küresel istikrar ve küresel
iktisadi krizin bulunduğu aşamayı irdelemekle başlamak isterim.
2007de başlayan küresel finansal kriz, sıklıkla ifade ettiğimiz
üzere, sorunun temeline inen yapısal reformların
tamamlanamamasından dolayı, tüm dünya ekonomisi üzerindeki
olumsuz etkilerini halen sürdürmektedir.
Krizin merkezinde olduğu düşünülen finansal sektör şişkinliği,
devletlerin ve hane halklarının olağanüstü borçluluğu
sorunlarında, kısmi mesafeler kat edilmiş olmasına rağmen,
küresel koordinasyonda sorun halen devam etmektedir.
Tam anlamıyla bir küresel iktisadi istikrar için, bugüne göre
çok daha ileri bir küresel işbirliği modeline ihtiyaç
duyulmaktadır.
20. yüzyılın ortalarında kurgulanmış olan uluslararası
örgütlenme, bugün karşı karşıya olduğumuz küresel iktisadi
sorunları ve daha da ötesinde küresel siyasi dalgalanmaları
bertaraf etmekten oldukça uzaktır.
Tabiri caizse eski düzen miadını doldurmuştur, ancak yerini
alacak olanın şekillenmesi, kurallarının belirlenmesi, son
derece zorlu, acılarla dolu bir süreçle yaşanmaktadır.
Küreselleşmenin yeni evresi olarak tanımlayacağımız bu dönem,
temel hak ve özgürlüklerde daha ileri talepleri, yönetimlerde
daha özgürlükçü yapıları, toplumlarda ise sivilleşmeyi ve bireyi
merkeze alıyor.
Doğal olarak, otoriter rejimler, otokratik yapılar yıkılıyor,
ancak yerlerini henüz arzu edilen düzeyde özgürlükçü ve
sürdürülebilir siyasi yapılar alamıyor.
Yaşadıklarımızı eski sistemin küreselleşme baskısına direnç
göstermesi olarak okuyoruz.
İşte bugün, küresel olarak yaşadığımız siyasi dalgalanmanın
merkezinde de gördüğümüz tam olarak budur.
Bu dalgalanma, ne sadece bir mezhep savaşına, ne bir milli
davaya, ne de bir finansal entegrasyon sürecine indirgenemez.
Dalgalanmanın temelinde, hiç şüphesiz ki yine kapsayıcılık
eksikliği var, iktisat var, özgürlük ve demokrasi arayışı var.
Bu nedenden dolayı şu anda oldukça başlangıç aşamasında olmasına
rağmen G20 yapılanmasını olağanüstü önemli bir girişim olarak
değerlendiriyoruz, yeni küresel düzenin önemli bir nüvesi olarak
görüyoruz ve Türkiye, 2015 yılı gibi çok önemli bir aşamada, bu
girişime ev sahipliği yapacaktır.
TÜSİAD olarak, G20 ev sahipliğinin, hem küresel dalgalanmanın
azaltılması amacıyla, hem de Türkiyenin itibarı açısından çok
önemli bir fırsat olduğunu ve bu nedenle bu girişime, en yüksek
desteği vermeye hazır olduğumuzu, burada tekrar beyan etmek
istiyorum.
Dünyadaki olağanüstü siyasi ve iktisadi hareketlenmenin,
özellikle bölgemizdeki izdüşümleri çok yoğun hissedilmekte
Türkiyenin içinde bulunduğu jeo-stratejik alan, özgürleşme
çabalarının yoğun yaşandığı, devlet sistemlerinin yeniden
yapılandırılmaya çalışıldığı ve üstelik yoğun enerji üreten ve
sevk eden bir bölgede bulunmakta.
Böyle bir dönemde Türkiyenin bir yandan dünyaya entegrasyonunu
sürdürmesi, diğer yandan kalkınma ve refah politikalarını
başarıyla hayata geçirmesi hiç de kolay değildir.
Bu olağanüstü önem arz eden geçiş döneminde, toplumsal
dirliğimizin muhafaza edilmesi, toplumsal ortak paydaların
güçlendirilmesi ve belki de en önce otoritenin adalet
duygusundan beslenmesi kritik önem taşımaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Konuklar,
Konuşmamın bu bölümünde sizlere sunduğum bu küresel arka planı
temel alıp, Türkiyedeki kalkınma başlıklarını, iş ve yatırım
ortamı konularını ve bunlara temel oluşturacak demokratik
standartların gelişimi hakkında görüşlerimizi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Bu noktada hemen belirtmek isterim ki, 62. Hükümet Programı,
gerek ihtiyaç duyulan kalkınma başlıklarına, gerekse rekabet
gücünün artırılması yönündeki politikalara, önemle işaret
etmiştir. Bundan büyük memnuniyet duyuyoruz.
Beklentimiz, bu programın önümüzdeki Parlamento çalışma
programını da dikkate alarak önceliklendirilmesi ve etkili bir
uygulamayla hayata geçirilmesidir.
Öncelikle eğitim, ama özellikle eğitimin niteliği ile ilgili
görüşlerimizi dile getirmek istiyorum. Çünkü eğitim, kalkınmanın
en temel taşıyıcı unsurudur.
Bugüne kadar, eğitimin kapsayıcılığıyla, yaygınlığıyla ilgili
önemli reformlar gerçekleştirdik. İlk önce zorunlu eğitimi 8
yıla, daha sonra 12 yıla çıkardık.
Eşdeğer önemdeki konu ise, bu yaygınlaşan eğitimin niteliğidir.
Maalesef eğitimin niteliği konusunda arzu ettiğimiz yerde
değiliz. Bu nedenle somut, süratli adımlar atılması gerekiyor.
Nitelikli eğitim demek, sadece nitelikli istihdam demek de
değildir. Nitelikli demokrasi, nitelikli toplum, nitelikli
öğretmen, yani nitelikli birey demektir.
Ülkemizi 21. Yüzyılın bilgi toplumuna yükseltecek, bilgi temelli
ekonomide bizi ön saflara taşıyacak nitelikte bir eğitimi
hedeflemeliyiz.
Genç ve dinamik nüfusumuza, temel bilimlerde yetkinleşmeyi,
sorgulama ve analitik düşünceyi, yaratıcılık ve yenilikçiliği
kazandırmaya ihtiyacımız var.
Gerek büyüme performansımızın iyileştirilmesi ve orta gelir
tuzağından çıkılması, gerekse kalkınma ivmemizin güçlendirilmesi
için, eğitim kadar elzem bir başlık da kadınların işgücüne
katılımının artırılmasıdır.
İş dünyası olarak istihdam politikalarımızda pozitif ayrımcılık
anlayışının benimsenmesi ve bu konudaki en iyi örnekleri
yaygınlaştırmak amacıyla çaba sarf etmekteyiz.
Hükümetten beklentimiz, kadın istihdamına yönelik teşviklerde
daha kapsayıcı ve etkili adımlar atılması.
Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Konuklar,
Yine kalkınma başlıkları içinde bizim açımızdan belki de en
önemli olan konu, sanayinin ekonomi içindeki büyüklüğüdür.
Sanayimizin ekonomi içindeki payı, son on beş yılda olağanüstü
gerilemiştir. Bu, son derece tehlikeli bir gelişmedir.
Sanayisi güçlü olmayan hiçbir ekonomide, sürdürülebilir büyümeyi
yakalamak mümkün değildir.
1920lerde hiçbir sanayi kurumu olmayan bir ülkeden, bugün
dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisi içine girdik.
Bundan gurur duymak elbette hakkımız, ama ileriye doğru bakınca,
Türkiye sanayi sektörünün çok daha ileri bir mertebede, dünya
ile rekabet ediyor olması gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Elbette, hizmet sektörlerinin ekonomik faaliyetteki önemini
inkâr edecek değiliz, ama bu sektörlerin de sanayinin itici
gücüne olan ihtiyacına güçlü bir şekilde dikkat çekmek
istiyoruz.
Büyümenin yegâne itici gücü, imalat sanayidir.
Son 15 yılda sanayi sektörünün karşılaştığı bu düşüşü iyi analiz
etmek gerekmektedir.
İmalat sanayii üretimi ve yatırımını cazip kılacak politikaları
öncelikle ele almak zorundayız.
Hızlı kentleşmenin yarattığı çarpık iktisadi gelişmeler, rant
ekonomileri bazı sektörleri dönemsel olarak aşırı cazip
kılabilir.
Ancak zaten sınırlı olan iç tasarruflarımız, verimliliği düşük,
ücret seviyesi düşük, teknolojik donanımı düşük sektörlerdeki
yatırımlara yönelirse, büyümenin sürdürülebilir kılınması mümkün
olamaz.
Bilindiği üzere, bu yılın sonunda 2015-18 dönemini kapsayan bir
yeni sanayi stratejisi yürürlüğe girecektir.
Bu girişim, yeni dönemde, teknolojiyi, inovasyonu, nitelikli iş
gücünü teşvik ederek sanayinin güçlenmesini, rekabet gücünün
arttırılmasını ve sürdürülebilir çevre kısıtları altında
kalkınmayı sağlayacak anahtar bir belgeye dönüşebilmelidir.
Sanayi stratejisi belgesinin, en yüksek katılımla, 2014-18 Bilgi
Toplumu Stratejisi ve Eylem Planını da dikkate alınarak ve 2023
hedeflerini yakalayacak şekilde hazırlanmasını bekliyoruz.
Bu yönde, kurum olarak önemli katkılar sağladık ve bu
katkılarımızı sürdürmeye hazır olduğumuzu belirtmek isteriz.
Ekonomi politikalarında, son on yılın herhalde en belirgin
başarısı, makroekonomik istikrar alanında oluşmuştur.
Bunun üç ana nedeni vardır: 1- Kamu maliyesindeki disiplin, 2-
Yeniden yapılandırılma sonucunda elde edilen bankacılık ve
finans sistemimizin dayanıklılığı, 3- Özerk merkez bankacılığı
ve dalgalı döviz kuru politikası.
Bu üç alanı gözümüz gibi korumalıyız. Bunları kurduğumuz
takdirde, herhangi bir reform yapılmasa dahi, Türkiye gelişmiş
ülkelerin çok üstünde bugünkü büyümesini sürdürebilecek.
Özellikle bankacılık sisteminde dayanıklılığın devamı, denetim
ve gözetim sisteminin güçlendirilmesini, güvensizlik yaratacak
asılsız dedikoduların üzerine kararlılıkla gidilmesini
gerektirmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanım ve Değerli Konuklar,
Türkiyede 1999 Helsinki Zirvesinden bu yana, hem ekonomik
alanda, hem de demokratikleşme alanlarında önemli reformlar
hayata geçirildi.
İktisadi olarak, örneğin kişi başına düşen gelirde ve çeşitli
kalkınma göstergelerinde, AB ortalamasına oldukça yaklaştık.
Ancak, demokratik standartlarda ki buradaki referansımız elbette
Kopenhag siyasi kriterleridir, henüz arzu ettiğimiz hız ve
düzeyde değiliz.
Demokratik standartlarımızı etkileyen en temel başlık hukuk
güvenliğidir.
Bugün saha araştırmaları, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının
hukuk sistemine yeteri kadar güveni olmadığını gösteriyor.
Bu çerçevede, yargı reformunun ivedilikle ele alınması, üzerinde
çalışılan yargı reformu stratejisinin süratle hayata geçirilmesi
ve evrensel standartlarda tarafsız ve bağımsız bir yargı erkinin
oluşturulmasını şart görüyoruz.
Bu öncelikli bir alandır, çünkü hukuk güvenliği, hukuka güven,
hukukun öngörülebilirliği hem tek tek yurttaşlarımız için, hem
yatırım yapan iş dünyasının güven duyması için, hem de milli
itibarımızın güçlendirilmesi için hayati önemdedir.
Toplum olarak asıl ihtiyacımız, bireyin devlete, devletin de
bireye güvenini sağlamaktır.
Demokratik standartların AB normlarına yaklaştırılması
açısından; devlet organlarının eylem ve işlemlerinde yargısal
denetime tabi olmaları, kamu kurumlarının şeffaflık ve hesap
verebilirlik anlayışı ile çalışması ve yolsuzlukla mücadele,
müteşebbisin ve mükellefin devlet kurumlarının tarafsızlığına
inanması büyük önem arz etmektedir.
Demokratikleşme başlığı altında sıralamaya çalıştığım tüm bu
konular ve beklentiler, 62. Hükümet Programında, ilk defa tarih
belirtilerek, somut olarak yer verilen, ABye 2023 yılında tam
üyelik hedefi çerçevesinde zaten atmamız gereken adımlardır.
Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Konuklar,
AB ile ilişkilerimizin bugün istediğimiz düzeyde olduğunu
söylememiz mümkün değil.
ABnin, yaşadığı derin kriz nedeniyle içine kapanması, AB üye
ülkelerinde genişlemeye gösterilen kamuoyu tepkisinin
siyasetçileri risk almamaya itmesi, Kıbrıs sorunu gerekçe
gösterilerek fasılların açılmaması, kuşkusuz bu durumda pay
sahibi.
Hepimiz AB üyesi bazı ülkelerdeki samimiyet eksikliğinden, ahde
vefa ilkesinin dikkate alınmamasından şikâyetçiyiz.
Ancak sabırlıyız, çünkü biliyoruz ki şartlar oluştuğunda
gerçekleşecek olan AB üyeliği, hem Türkiyenin hem ABnin ortak
bir kazanımına dönüşecektir.
Demokratikleşme süreci ve AB uyumundan bahsederken, elbette iş
dünyası olarak, bir konunun tam bilincindeyiz: Türkiye, bireyi
merkeze alan, bireyi devlete karşı koruyan, sivil, katılımcı ve
denge kontrol mekanizmaları güncellenmiş, yeni bir anayasa yapma
ihtiyacındadır.
Bu ihtiyaç, sadece bir takım demokratikleşme düzenlemelerini
hayata geçirmek için değil, Türkiyenin Yeni Dünya düzenindeki
itibarı için de bir elzemdir.
Kaldı ki, bugün talep ettiğimiz önemli sayıda düzenleme ve
Kopenhag siyasi kriterlerinin bir bölümü, zaten anayasal
düzenlemeleri öngörmektedir.
Geçtiğimiz dönemde, çeşitli nedenlerle, duraksamaya uğramış yeni
Anayasa çalışmalarının en geç, önümüzdeki genel seçimler
sonrasında hemen başlamasını bekliyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarına en büyük borcu budur, en büyük sorumluluğu budur.
Çünkü 1982 Anayasası ile toplumsal enerjinin harekete
geçirilmesi, demokratik yapılanmanın tamamlanması, hukukun
üstünlüğünün hayata geçirilmesi, demokrasi kültürün
içselleştirilmesi kesinlikle mümkün değildir.
Yeni Anayasa konusunda TÜSİAD olarak 20 yıla yakındır somut
çalışmaların hayata geçirilmesine öncü olduk. Önümüzdeki dönemde
de bu yönde üzerimize düşen sorumluluğu üstlenmeye hazırız.
Sayın Cumhurbaşkanım, Değerli Konuklar,
Son olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın, Başbakanlığı döneminde
başlatılan Çözüm Sürecinin de ivme kazandırılarak sonuca
bağlanmasını, Türkiyenin geleceği açısından son derece
önemsiyoruz.
Çözüm Sürecinin niteliği gereği muhalefetin ve sivil toplumun
da katkılarının, varılacak hedef açısından önem taşıdığına
inanıyoruz.
Bilhassa ana muhalefetin, bu sürecin dışında kalmasını çözümün
sağlığı açısından riskli buluyoruz.
TÜSİAD olarak, Cizre ve Batmana yaptığımız ziyaretlerde sürecin
ekonomik ayağına sahip çıkacağımızı açıkça belirttik.
Bu kararlılığımız çerçevesinde, 6 Kasımda, ilk olarak Cizrede
duyurduğumuz TÜSİAD Doğu ve Güneydoğu Anadolu Yatırımcı ve
Danışma Konseyinin 3. Toplantısını geniş bir katılımla bu kez
Vanda gerçekleştireceğiz.
Şu ana kadar dile getirdiğim kalkınma başlıkları ve
demokratikleşme reformları, inanıyoruz ki, Türkiyenin önünü
açacak ve ülkemizin uzun dönem hedeflerine ulaşmasını
kolaylaştıracaktır.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Sözlerime son vermeden önce, bizi en çok kaygılandıran bir
konuda, doğrudan sizlere hitap etmek istiyorum.
Toplumumuzda son yıllarda belki de hepimizin katkısıyla oluşmuş
ağır kutuplaşmanın, ülkemize zarar verebileceğinden kaygı
duyuyoruz.
İçinde bulunduğumuz kutuplaşma ortamı, konuşmamda paylaştığım
tüm politika önerilerini, olumlu bekleyişleri, kalkınma
politikalarını anlamsız kılacak, reform alanını sınırlayacak ve
toplumda kardeşlik ve güven duygularını zedeleyecek bir aşamaya
kesinlikle gelmemelidir.
Kutuplaşmanın bertarafı konusunda, eğer somut bir ilerleme
kaydedemezsek, üzerinde önemli uzlaşmalar gerektiren reform
alanlarında, örneğin çözüm sürecinde, örneğin Yeni Anayasada yol
alamayız diye düşünüyoruz.
İşte tam bu noktada Sayın Cumhurbaşkanım, halk tarafından
seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olmanız nedeniyle, kutuplaşmanın
bertarafında çok önemli bir rol üstlenebileceğinize inanıyoruz.
Uzlaştırmacı bir tutum ile sadece gelecek hedeflerine
kilitlenerek, devletin kurumları, siyasi partiler ve her türlü
toplum kesimi arasında, yeni bir toplumsal mutabakatın
oluşturulmasında öncülük edebileceğinize inanıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Söz konusu toplumsal mutabakat sağlandığında, Türkiye,
inanıyoruz ki, rekabet gücü sıralamasında dünyadaki ilk 10 ülke
içine girebilecek ve en geç 2023te AB üyesi olabilecek ve
bölgesinde istikrarın, demokrasinin ve laikliğin teminatı
olacaktır.
Beni dinlediğiniz için en içten teşekkürlerimi sunarım.
KAYNAK : http://www.tusiad.org/ |