KAFKAS İŞADAMLARI DERNEĞİ
CAUCASUS BUSINESSMEN ASSOCIATION

 

   

MISIR ;NEDENLER VE SONUÇLAR

Mısır aslında bütün bir 20. yüzyılı ve Ortadoğu tarihini anlatmak isteyen bir sosyal bilimci için laboratuar. Şimdi olup bitenleri ise 20. yüzyılı anlatmadan anlatamayız.


Mısır meselesinin aslında öyle bir komplo ya da basit bir kışkırtma olmadığını baştan söyleyelim.
İkinci savaş sonrası Amerikan hegemonyasında oluşturulan Ortadoğu’da Mısır, başından beri İsrail’le birlikte tayin edİci bir role sahip olmuştur.
 

Bu açıdan bugün Mısır’da köklü bir rejim değişikliği, İsrail’in durumunu da sallayacağı hatta değiştireceği için Mısır değişiminin, bütün bu toz dumana rağmen, yavaş ve reformist bir çizgide olacağını söylemek gerek. Ancak tabii ki Mısır değişimi bütün Ortadoğu’nun yeniden biçimlenmesi anlamına da geliyor.
 

1945’ten bu yana Mısır, birbirini tamamlayan, üç farklı siyasi rejimle yönetilmiştir. Kral Faruk’un krallık rejimi (1945-52) Cemal Abdülnasır’ın 1970’deki ölümüne dek süren devletçi ve “reformcu” diktatörlüğü, Enver Sedat’ın 1981’e kadar sürdürdüğü “işbirlikçi” diktatörlük ve nihayet Enver Sedat’ın öldürülmesinden sonra işbaşına gelen Hüsnü Mübarek rejimi...
 

Mübarek, Nasır’ın “millileştirme” politikalarını ABD’nin “yeni dünya” düzeni doğrultusunda tamamen tasfiye edip, Kral Faruk döneminde (1945-52) palazlanmaya başlayan ve sırtını küresel sermayeye dayayan Mısır burjuvazisinin diktatörlüğü olarak işbaşına gelmiştir. Aslında Mübarek rejimi, Enver Sedat’ın 1974 yılında başlattığı “infitah ekonomisini” (dışa açılma) derinleştirerek devam ettirmiştir; bu anlamda Sedat rejiminin devamcısıdır.
Enver Sedat diktatörlüğü, Nisan 1974 tarihinde çıkardığı bir yasayla millileştirme ve devlet tarafından el konulma politikalarına son vermiş ve İsrail, dolayısıyla ABD ile uzlaşmacı bir siyasi çizgi de bu tarih itibariyle başlamıştır.
 

Sedat ve onun bir devamı olan Mübarek rejimi, doksanlı yılların başına değin, Arap Yarımadası’nın petrol gelirlerini ve yatırımlarını, ABD yardımlarını, İran’ın önünün kesilmesinden sonra da petrol gelirlerinin çoğunu elde ederek diktatörlüklerini –rahatça- sürdürdüler. Örneğin, 1979’daki İsrail Barış Antlaşmasından sonra Arap ülkelerinin boykotu devreye girince, ABD, Arap ülkelerinin yerini alacak sermayeyi Mısır’a akıtmaya başladı.
Mısır, yakın zamana değin, başta petrol gelirleri ve Arap dünyasının yatırımları ile ayakta kaldı. Ancak Mısır devleti bu yoğun sermaye akışını, savunma, gereksiz ithalat, konut yapımları ve tüketim alanlarında harcadı. Devlete dolayısıyla diktatörlüğe dayanan, bizim hiç yabancı olmadığımız, yağmacı-lümpen burjuvazi yarattılar.
 

Büyük miktarda dış sermaye akışı, devlette yüksek memur ücretleri, yüksek enflasyon, negatif reel faiz oranları ve aşırı derece değerli tutulan ülke parası yatırımları, sanayi ve dünya ile rekabet edecek öncü sektörler yerine spekülatif alanlara, konut yapımlarına, ulaşıma, turizme kaydırdı.
Mısır’ın dış borçları bu ortamda doksanlı yıllardan itibaren katlanarak arttı. Çünkü petrol fiyatları düşüyordu ve dış sermaye girişleri de bu tarihlerde durma noktasına gelmişti. IMF’nin stand-by anlaşmaları 1980’lerin sonundan itibaren, çok sıkı olarak, devredeydi. Mısır’ın devlet destekli yağmacı burjuvazisi, tekstil, gıda, kimyasal maddeler, plastik ürünler, inşaat, turizm alanlarından çok ileriye gidemedi.
 

Görüldüğü gibi, dünyanın en verimli ve doğal kaynaklar açısından da en zengin ülkelerinden birisi, en önemli uygarlıkların beşiği olan Mısır, ikinci savaştan bu yana, dışarıyla işbirliği yapan yarı-askerî diktatörlerce yağmalanmış. Şimdilerde bizim ulusalcılarımız tarafından çok öykünülen Nasır dönemi de izlediği devletçi politikalarla, aslında Sedat ve Mübarek dönemlerini hazırlamış.

Tunus’ta başlayan ve bir domino oyunu gibi Ortadoğu ve K. Afrika’yı değiştirecek olaylar silsilesi aslında, yaklaşık 250 yıllık bir dönemi kapatan sonuçlardır. Bu açıdan, bu olayları, 2008 krizinden ve bu krizin ortaya çıkardığı, tetiklediği dönüşümden ayrı değerlendiremeyiz.
ABD, bu değişimin mümkün olduğunca, kontrollü ve yavaş olmasını sağlayacak politikaları öne çıkartacak ama bu değişimi hem AB hem de ABD istiyor ve destekliyor.

Artık dünyanın neresinde olursa olsun ülkesini yağmalayan diktatörlere, onları yöneten askerî bürokrasiye ve onların lümpen burjuvalarına ihtiyaç yok.
Kapitalizm eğer devam edecekse bunlar olmadan devam edecek. Ulus-devletlere dayanan sermaye birikim düzeni bitiyor.

Kaynak :Taraf 07.05.2012 Cemil Ertem

 

KAFİAD